Referandum ve Yasallık

Kurd24

Haziran’da başlayıp 25 Eylül’de tamama ermesi beklenen referandum sürecinin, Kürdistan’ın demokrasi tecrübesi açısından son derece verimli bir zemin oluşturduğu kanısındayım. Her şeyden evvel, bağımsızlık konusunda farklı fikirleri olan siyasi partiler ve gruplar arasındaki mücadele özgür bir çerçevede ilerliyor. Can-ı gönülden halk oylamasının peşine takılan siyasi partiler ve gruplar olduğu kadar, çeşitli açılardan yanlış buldukları 25 Eylül’e cansiperane şekilde karşı çıkanlar da var. Bazı sivil toplum güçleri “Referanduma Şimdi Hayır” adı altında örgütlenip 25 Eylül’ün aleyhinde çalışmalar yapıyorlar.

Birçok sesi ve boyutu ihtiva eden bu sürecin iki açıdan çok büyük değer taşıdığı söylenebilir: Birincisi, referandumun meşruiyetini güçlendirmesidir. Hiç kimse Kürdistan halkının tek taraflı –salt bağımsızlıkçı- bir propagandaya maruz bırakıldığını iddia edemez. Bağımsızlığın lehtarları ve aleyhtarları düşüncelerini çeşitli mercilerde ifade ediyor ve halka ulaşıyorlar. Her iki tarafın da tahayyüllerine muttali olan halk, kendisi için daha iyi olduğunu düşündüğü bir tercihte bulunacaktır. Tercihin demokratik bir yarışın neticesinde zuhur edecek olması, hem tercihi meşrulaştırır hem de bağımsızlık taraftarları ve karşıtlarının bu tercihi kabullenmelerini zorunlu kılar.

“Yetersiz demokrasi”

İkincisi, siyasi ve demokratik deneyim eksikliğini gerekçe göstererek Kürdistan’ın bağımsızlığına karşı çıkanların tezlerini zayıflatmasıdır. Halk oylamasının yanında ve karşısında duranlar, bir taraftan kitleleri kendi düşünceleri doğrultusunda ikna etme gayreti içindeler, diğer taraftan da birbirleriyle görüşmelerini sürdürüyorlar. Meselenin hayati önemi haiz olduğu su götürmez; buna mukabil demokratik olgunluk elden bırakılmıyor, farklı cephelerde yer alan partiler (mesela PDK ve Goran) arasında müzakereler sürdürülüyor. Bu itibarla yetersiz demokrasiden hareketle referanduma karşı çıkma argümanı havada kalıyor.

Referandumun aleyhine bir duruşa sahip olanların öne sürdüğü başlıca savlardan biri, 25 Eylül’ün yasal olmadığı, federal anayasaya ve kanunlara aykırılık teşkil ettiği yönünde. Önce Goran, halk oylamasının gayri-kanuni olduğunu belirtmiş ve karşı çıkışını bununla temellendirmişti. Şimdi aynı ipe, PKK’nin Irak Kürdistan’ındaki yapılanması olan Tevgêra Civaka Azadîya Kürdistan (Kürdistan Özgür Toplum Hareketi) sarılıyor.

Hareket adına açıklama yapan Eşbaşkan Tara Hisen, referandumun kanuni olmadığını, bir parti kararı vasfı taşıdığını ve gayesinin de Barzani’nin kanuni olmayan iktidarını uzatmak olduğunu belirtti. Hisen, bu sebeple referandumda oylarının “Hayır” olacağını ifade etti.

PKK’nin bozulan kimyası

“Yasalık” mevzuuna birazdan geleceğim. Ancak öncesinde bir parantez açıp bu açıklamadan hareketle PKK’nin referandum konusunda tavrına değinmek istiyorum. Zannım o ki, KBY’nin aldığı referandum kararı PKK’nin kimyasını bozdu. Sebebi açık: PKK’nin tabanı, Kürdistan’da bağımsızlık için halk oylamasına gidilmesinden rahatsızlık duymuyor. Aksine KBY’nin bağımsızlık için hamle yapmasından hoşnut oluyor ve inisiyatifi ele geçirme çabalarını destekliyor.

Bunu teyit eden veriler de var. Bilindiği üzere Türkiye’de faaliyet gösteren birçok Kürt parti ve STK 25 Eylül’ü desteklemek için bir girişim başlattı. Bu girişim, Türkiye parlamentosundaki Kürt milletvekillerine bir mektup gönderdi ve onlara referandumu destekleme çağrısı yaptı. HDP bu çağrıya olumlu bir cevap verdi. Halktaki “bağımsızlık” yönelimi gören parti yönetimi, herhangi bir koşul ileri sürmeden açık bir şekilde referandumdan yana bir tutum belirledi. Parti sözcüleri, ihtirazı bir kayıt koymadan halk oylamasının arkasında durduklarını ve Kürdistan halkının vereceği karara herkesin saygı duyması gerektiğini defaatle dillendirdiler.

Gönülsüz taraftarlıktan şedit aleyhtarlığa

PKK de ise durum sıkıntılı; PKK’yi yönlendiren iki parametre var: Bir, PKK kitlesiyle ters düşmemeye gayret ediyor. İki, PKK bölgesel siyasette PDK ile giriştiği rekabette geride kalmak istemiyor. İlki, PKK’nin agresif bir referandum karşıtı dil kullanma olanaklarını sınırlıyor. İkincisi, PKK’nin doğrudan referandumun yanında durmasını engelliyor:

Bundan ötürü halk oylamasına dair PKK’den çelişkili açıklamalar geldi ve geliyor. Mesela Cemil Bayık, referandum kararının alındığı dönemde, muhtemelen halktaki, hassasiyeti de gözeterek, “referandumun demokratik bir hak olduğunu ve buna karşı çıkılmaması gerektiğini” söylemişti.  

Lakin geçen hafta ANF’ye verdiği röportajda Bayık bu kez “mevcut koşullar altında referandum yapılmasını doğru bulmadıklarını” açıkladı. Bayık’a göre, temel gündem ulusal birlik ve ulusal konferans olmalıydı; bunlar yapılmadan referanduma gidilmesi Kürtlerin dikkatini temel gündem maddesinde koparmak anlamına gelirdi. Duran Kalkan ise referanduma karşı Bayık’tan daha sert bir ton kullandı. Kalkan, halk oylamasının PKK’yi hedef alan bir propagandadan ibaret olduğunu belirtip “referandum yapılamaz” demeye getirdi. 

Aslında PKK’den bu minval üzerine gelen açıklamalar şaşırtıcı değil. Çünkü herkes PKK’nin gerçekte 25 Eylül’e karşı olduğunun farkında. Evet, sürecin başında PKK yöneticilerinden bazı karışık sinyaller geldi ama bu PKK’nin yönetim kademesindeki mutlak karşıtlığı örtecek seviyede değildi. Vakit yaklaştıkça asıl politikanın ağırlık kazanacağı ve “Referandum bir hak, karşı çıkılmamalı” ifadesindeki gönülsüz taraftarlığın yerini “Referandum yapılamaz” ifadesindeki şedit karşıtlığa terk edeceği belliydi. Bugün olan biten de bundan ibaret.

Oyunbozanlık yapan kim?

Gelgelim yasallığa; yasallığa yaslananlara sorulacak basit bir sual var: “Peki, Irak hükümeti anayasal kurallara uygun hareket etti mi ve ediyor mu?” Soru basit ama mühim. Zira gayri-kanunilik itirazını öne sürenler, sanki Bağdat anayasa hükümlerine tamamen riayet ediyormuş da Erbil oyunbozanlık yapıyormuş gibi bir tablo sunuyorlar. Oysa gerçek bunun tam tersi. Dünya âlem biliyor ki, merkezi hükümet hem anayasanın ihtilaflı bölgelerin akıbetini ilgilendiren 140. maddesini işletmeyip kadükleştirdi hem de anayasal bütçe hakkını kesip Kürdistan’ı açlıkla terbiye etmeye kalkıştı. Dolayısıyla anayasa hükümlerini geçersiz hale getiren bizatihi Bağdat oldu.

Kaldı ki bağımsızlık pür bir hukuki mesele de değil. Hukukun tıkandığı bir noktadayız. Vaziyet bu iken siyasetin devreye girmesi ve açmazı gidermeye çalışması, işin tabiatı gereğidir. 25 Eylül, böylesi bir niteliğe sahip; bu itibarla hâlihazırdaki problemi çözecek formüller üretme ve Kürdistan-Irak ilişkilerini yeni bir modaliteye oturtma potansiyelini taşıyan halk oylamasını gündeme soktu diye Erbil’i yasa dışı davranmakla suçlamanın hakkaniyetli bir yönü bulunmuyor.

 

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.