K24 ÖZEL - Türkiye’de ilk Zazakî bibliyografya

Gazeteci Mutlu Can’ın Artuklu Üniversitesi Kürt Dili ve Kültürü Anabilim dalında hazırladığı yükseklisans tezi kitaplaştı.

ANKARA (K24)

Gazeteci Mutlu Can’ın Artuklu Üniversitesi Kürt Dili ve Kültürü Anabilim dalında hazırladığı yükseklisans tezi kitaplaştı.

3 yıllık araştırmanın ardından Vate Yayınları’ndan çıkan  “Bîblîyografyaya Kirmanckî (Zazakî) [1963 - 2017]” adlı kaynakça, 150 civarında yazılı basının taranmasından oluşuyor.

Konuya ilişkin daha önce akademik makaleler yazılsa da bu konunun ilk kez kitaplaştırıldığını belirten Mutlu Can, kaynakçanın danışmanlığını Mehemed Malmîsanij’ın üstlendiğini söyledi.

Bu çalışma, cumhuriyet döneminden itibaren Türkçe dışında bir dille ve Türkiye’de yayımlanmış ilk kaynakça olma özelliğini taşıyor.

Kitabın ilk bölümünde bibliyografya, bibliyografya çeşitleri ve Kürtler üzerine hazırlanmış bibliyografyalar üzerinde duruluyor. İkinci bölümde türlerine göre tasnif edilmiş olan 332 kitabın başlık ve künyeleri, üçüncü bölümde ise yine türlerine göre tasnif edilmiş olan 5 bin 998 periyodik yayın metninin başlık ve künyeleri yer alıyor. Çalışmadaki toplam bibliyografik künye sayısı ise 6 bin 330.

Araştırmacı – gazeteci Mutlu Can, yeni kitabını, Zazakî önündeki engelleri ve yayıncılığın önemini K24’e anlattı.

Çalışmanız bu alanda ilk olması açısından önem taşıyor. Sizi böylesi bir çalışmaya iten temel etken nedir?

Öncelikle bir noktayı netleştirerek giriş yapmak istiyorum. Daha önce bu konuda çeşitli makaleler yayımlanmıştı, ancak kitap olması açısından Türkiye’de bir ilktir. Yani bu çalışmanın Türkiye’de Türkçe dışındaki bir dille hazırlanmış ilk bibliyografya kitabı olduğunu düşünüyorum.

Araştırmacı - Gazeteci Mutlu Can
Araştırmacı - Gazeteci Mutlu Can

18’inci yüzyıldan sonra modern Avrupa devletleri kendi kurumlarını oluşturunca bibliyografya çalışmaları da aynı yıllarda hız kazanmıştır. Bu alanda, batıda çok köklü çalışmalar yapılmıştır. Türkiye’de yapılan çalışmalar ise sadece Türkçe’ydi.

Kirmanckî (Zazaca/Zazakî) yazımına en geç başlanılan lehçedir. Bütün olumsuzluklarına rağmen 70’lerden sonra başlayıp bugüne kadar bir yazım ekolü oluştu. Gördüğüm kadarıyla bu alanda bu lehçenin artık önemli denecek bir birikimi var ve bu birikim bütünüyle bilinip okunması, birtakım alanlarda değerlendirilmesi amacıyla bir kaynakçaya ihtiyaç olduğunu ortaya çıkardı. Bibliyografyanın hazırlanmasının amacı budur.

Kürt diliyle ilgili araştırma yapmak ve bunu pratiğe geçirmenin şüphesiz birçok zorluğu söz konusu. Bu zorluklardan biri kaynaklara ulaşmanın zorluğu, diğeri ise siyasi baskılar. Siz, araştırmanız boyunca ne tür zorluklarla karşı karşıya kaldınız?

Malumunuz Kürtçe’nin konumu, Kürtlerin statüsüzlüğüyle yakından ilgilidir. Bunun yanında Kürt dili, edebiyatı ve tarihi üzerine çalışmak çok meşakkatli. Dolayısıyla bu çalışma sürecinin birçok zorluğu oldu.

Kürtler arşivi olmayan bir millet. Kimi milletlerin milyonları bulan arşivi varken, bizim bir arşivimiz yok. Her bir kaynakçanın basıldığı yayınevine ve gazete çevresine ulaşmam gerekti. Mevcut yayınlara ulaşmak daha kolay, ama yayınlarını sona erdirenler vardı. En büyük zorluğum arşivlere ulaşmak oldu. Bazen belli yayınları bulmakta güçlük çektik. Denilebilir ki, bu çalışmanın ihtiyaç oluşu, benim bu zorlukların üstesinden gelmemi sağlayan etki oldu. Bazı yayınların içeriğine ve künyesine ilişkin cevap bulabilmek için bazen zorlayıcı sorular çıktı; bunların peşine düşmek, yayın kurullarına ulaşmak yorucu oldu diyebilirim.

Peki, aradığınız soruların cevabına ulaştığınızı düşünüyor musunuz?

Çalışırken, bilimsel çalışmanın gerektirdiği ciddiyeti ve metodolojik ölçütü elimden geldiğince sergiledim. Çalışma alanıma ilişkin bir konuda yeterince hassas ve evhamlıyım. Hele ki böylesi bir çalışma için, elimden geldiğince çok kaynağa ulaşmaya çalıştım.

Bu, ana bibliyografyadır, kopya değil. Yüzde 90’ın üzerinde künyeleri yazılı ve çalışmaları bizzat gördüm. Birebir arşivleri gezdim, birebir yüzlerce yayını sayfa sayfa tarayarak çalıştım. Dolayısıyla yanıtlara ulaşabildiğimi düşünüyorum. 

Çalışmanızda kaç yayın üzerinde çalıştınız?

İçinde Kirmanca metne rastlanmış, taradığım yayın adedi olarak 150 civarında gazete ve derginin sayılarını taradım. Bunların içinde 30 gazete, 67 dergi ile 1 fanzin var.

Zorluklara rağmen Kürt dili, edebiyatı ve kültürünün gelişmesinin önüne geçilemedi. Bununla beraber akademik çalışmalar da sürdürüldü. Kürtçe akademik çalışmalarla ilgili neler söyleyebilirsiniz?

Yakın döneme kadar Kürtçe’yle ilgili belli bir serbestlik, belli bir açılım olmuştu. Ancak var olan noktada bunu yitirdik. Bu alanın kendisine yönelik bir sıkıntı var. Bir diğer sorunumuz ise bu alanda çalışan kişilerin dil problemidir. Kürtçe’nin yanı sıra Farsça ve Arapça bilme ihtiyacımız var. Çünkü yazılması ve üzerine çalışılması gereken çok fazla konu var. Tüm olumsuzluklara rağmen sadece akademik alanda değil, akademinin dışında da çalışan arkadaşların alabilecekleri konular var.

Bu alanda çalışan birçok kişinin daha ideolojik yaklaştığını söyleyebilir miyiz?

Kürtlerin o kadar travmatik bir tarihi var ki bu düşünce ve ruh dünyasına kadar birçok olumsuzluğun kaynağını oluşturuyor. Bunlardan birisi de bahsettiğiniz ideolojik eksenli, tarafgir, belli bir eğilimin hegemonyasına angaje iş yapmaktır. Bu, bir yere kadar anlaşılabiliyor. Bizde devlet ve pazar oluşmadığı için bunlarla karşılaşmak mümkündür.

Şüphesiz, sermaye araçlarını elinde bulundurmak akademik çalışmaları ve yayıncılığı da kolaylaştıracaktır. Bu anlamda devlet/devletsizlik ile pazar ekonomisi önemlidir. Peki, siz angaje olma durumunu nasıl nitelendiriyorsunuz?

Hepimizin farklı bakış açıları var. Bunun aksini savunamayız tabii ki. Dolayısıyla dil, kültür ve bilimsel çalışmalar biraz siyaset alanının dışında olmalı. Bunlar bağımsız olmak zorundadır. Hepimizin milli ve ideolojik hassasiyetleri var. Örneğin bir Kürt milliyetçisiyim ama bilimsel çalışma yaparken buna yedirmiyorum. Çalışmalarımda ikisini birbirine karıştırmıyorum. Geçmişten bu yana Kürtlerde tarafgir anlayış dil, kültür ve sanat alanına da yansımıştır. Bu sekter bir anlayıştır. Bu yaratıcılığı da üretkenliği de kaliteli işi de düşürmektedir.

UNESCO’nun yayımladığı raporda, Türkiye’de tehlike altında olan diller arasında yer alan Zazakî’nin korunması için kimlere nasıl görevler düşüyor sizce?

Kürt diyalektiği bu durumu neden yaşıyor, önce bunun nedenini anlamamız lazım. Tekçi anlayış, diğer dilleri ve kültürleri asimile etmeyi amaçlamıştır. Bugün belli yumuşumalar olsa da asimilasyon çarkının işlediği ayan beyan ortadadır. Asimilasyon kalkmıştır demek, yanlış bir düşüncedir. Ancak bu sorun Kurmancî için de var.

UNESCO raporu mevzusu sürekli olarak bazı yazarlar tarafından tekrarlanıyor. Peki bu yazarlar Kürt dilinin korunması için ne yapıyor? Yangını söndürmek için ellerine bir kova su alıyorlar mı acaba?  En tahammül edemediğim klişelerden birisi de Kirmancî için kullanılan “kaybolmaya yüz tutan” ifadesidir. Burada bilinçli, programlı cumhuriyetin tarihinden bu yanadır süren çok kapsamlı ve yıkıcı asimilasyon programı var. Yani burada kendinden bir yok olma süreci yok! Bunu, bu dili konuşan insanlar söylüyor.

Kürtçe’nin mutlaka eğitim dili olması lazım. Diğer husus ise insanların hiç değilse evlerinde bu dili konuşmaları gerekiyor. Bu dille ilgili yapılan tüm etkinliklere katılmaları ya da bu etkinlikleri desteklemeleri gerekmektedir. Yapabileceğimiz şeyler konuşmak, dil-kültür etkinliklerine katılmak ve desteklemek.

Basılı yayının etkisinden de söz edebilir misiniz?

Şüphesiz yazınsal üretimin önemli bir etkisi söz konusudur. Kürtçe’nin yayına dökülmesi, yok olmaması anlamına yani kayıt altına alınması anlamına geliyor. Bir diğeriyse bunları okuyan insanda şu ya da bu biçimde dil refleksi oluşuyor. Kürtçe’ye yönelik her etkinlik, Kürtlüğün iyileşmesi anlamına geliyor. Bu da bir kültür-fiziği oluşturur.

Şunu da söylemek gerekiyor ki; Eğer bir Kürt evine her gün gazete girer, insanlar düzenli olarak Kürtçe kitap ile dergi alırlarsa işte o zaman yayıncılık hedefine ulaşmış demektir ve bir etkisinin o zaman söz konusu olduğunu söyleyebiliriz.

Varlığını eşit koşullarda sağlayamayan milletlerin yayıncılık alanındaki teşebbüsleri başlı başına bir direniştir ya da bunu yazılı direniş hattı olarak görüyorum. Bu, bir var olma sahasının, “Ben varım, benim bir dilim var, bunu yok etmene izin vermeyeceğim” demenin bir boyutudur.

Çalışmanıza dönersek, bibliyografyadan kimler yararlanacak?

Adından da anlaşılacağı üzere bu bir kaynakça kitabıdır. Dolayısıyla bu kitabın akademik çalışma yapmak isteyen araştırmacıların, bireysel olarak Kirmanckî odaklı dil, edebiyat ve kültür alanlarında çalışan araştırmacıların, aynı zamanda bu tür konulara meraklı olan ciddi okurların işine yarayacağını düşünüyorum. Zaten bu amaçla yola çıktık, şu ana kadar olumlu tepkiler de aldım.

Son olarak, kitabınızın kapağına ilişkin kısaca bilgi verebilir misiniz?

Kürtler her alanda olduğu gibi sanatta da gayet iyi işler çıkarıyor. Şüphesiz onlardan biri de Ahmet Güneştekin’dir. Bu çalışmayı daha önceden de iyi biliyordum. Kapak çalışmasının ismi “Recm”dir. Recm çalışması, verdiği mesaj itibariyle kitabın konusuna da uyuyor.  Recm, Güneştekin’in 2013’te Venedik Bianeli’ne katıldığı üç çalışmasından biridir.