K24 ÖZEL - Avrupa’daki Kürtlerin gözünden salgın süreci

Avrupa ülkelerinde yaşayan Kürtler, salgın sürecini aileleriyle vakit geçirerek, kitap okuyarak ve yeni şeyler öğrenerek geçirdiklerini belirtiyor.

ANKARA (K24)

Avrupa ülkelerinde yaşayan Kürtler, salgın sürecini aileleriyle vakit geçirerek, kitap okuyarak ve yeni şeyler öğrenerek geçirdiklerini belirtiyor.

İlk kez 2019’un aralık ayında Çin’in Hubei eyaletine bağlı Wuhan kentinde görülen ve kısa sürede 120’den fazla ülkeye yayılan yeni tip coronavirüs (Covid-19) salgını sürecinde birçok ülke karantina tedbirlerini gevşetmeye başladı.

Coronavirüs görülen ülke ve bölgelerdeki yeni vakalara ilişkin güncel verilerin derlendiği "Worldometer" internet sitesine göre, Avrupa’da toplam vaka sayısı 1 milyon 825 bini aşarken, ölü sayısı 164 bin 742 oldu.

İtalya, Fransa, İspanya ve İngiltere gibi ülkelerde coronavirüsten ölenlerin sayıları artarken, Avrupa Birliği üyesi ülkelerde sınır geçişlerindeki kontroller 16 Mayıs Cumartesi gecesinden itibaren kademeli olarak azaltılmaya başlanmıştı.

Karara göre rutin düzenli kontrollerin yerini daha “esnek” ve “risk odaklı” kontrollere bırakması planlanıyor.

Avrupa ülkelerinde yaşayan Kürt öğrenci, doktor, yazar ve müzisyenler yeni tip coronavirüs (Covid-19) krizini nasıl atlattıklarını K24’e değerlendirdi.

İNCEKAN: KÜRTÇE İLE ALMANCA ARASINDA BAĞ KURMAYA ÇALIŞTIM

Almanya’da yaşayan dilbilimci ve Kürdolog Dr. Abdullah İncekan, 15 yıldır Alman Edebiyatı öğretmeni olarak çalışıyor ve lise yıllarından beri edebi metinleri Kürtçe’ye çeviriyor. İncekan, Covid-19 salgını süreci boyunca belirli aralıklarla sosyal medya hesabından yaptığı yayınlarla Alman yazarları Kürtçe tanıtıyordu.

K24’e konuşan İncekan, bu süreci şöyle ifade etti:

“Salgının başlamasıyla birlikte bir anda hepimiz kendimizi daraltmış olarak gördük. Bu zamanı faydalı bir şekilde nasıl geçirebiliriz diye düşünürken, her bir programda bir Alman yazarını tanıtıp çevirdiğim bir metni okumaya karar verdim. Böylece Kürtçe ile ‘şairler ve ediplerin dili olan Almanca’ arasında kurmaya çalıştığım bağlantıyı sosyal medya mecralarında sunmaya başladım. Cep telefonu ile hazırladığım programlar çok büyük bir ilgiyle karşılandı ve bu da çok sevindirici. Kürtçe olarak Goethe okumak, Heine okumak, Rilke ya da feminist yazar Bachmann’ı okumanın insanlara çok büyük bir heyecan verdiğini ve bundan zevk alanların çok olduğunu görmek, Kürtçe adına çok sevindirici.”

“KÜRTÇE KENDİSİNE YENİ MECRALAR BULUYOR”

İncekan, “Eğitimini almadığımız bir dilde Nietzsche şiirini çevirip onun üzerinde konuşmak, tam da distopik bir durum. Okulu olmayan bir dil, böylece kendisine yeni mecralar buluyor” diyerek, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Üstelik Kürt medyasından ciddi bir destek bulmamasına rağmen. Salgın, insanın acziyetini çok bariz bir şekilde ortaya koydu. Bütün teknolojik ilerlemelere rağmen insanoğlu varlık karşında çaresiz bir konumda. Bence bu durum, insanların bir kısmında insan ile eşya-dünya-tabiat arasında yeni bir ilişkiye yol açacak, yol açmalı.”

Coronavirüs salgınının doyumsuzluğun had safhada olduğu bir dönemde yetinmeyi öğrettiğini ve bazı uğraşların anlamsızlığını gösterdiğini dile getiren İncekan, “Elbet bu gidişat nereye gider daha belli değil. Dünya politikasındaki kaymalar, ekonomik ve sağlık sorunları gibi büyük konular büyük çalkalanmalara gebe. Kişisel olarak okumaya ve kısmen yazmaya daha çok zaman buldum ama hayat çemberinin daralması aynı zamanda kısır döngüye de yol açıyor” diye konuştu.

İDELİ: KİMSE NE YAPACAĞINI BİLEMİYORDU

İsviçre’de yaşayan yazar Mehtap İdeli, evde kalma süreci başladığında başta herkes için bir şok etkisi olduğunu belirterek, insanların ne yapacağını bilemediğini ve panik sürecinin başladığını söyledi.

K24’e konuşan İdeli, insanların ilk yaptıkları şeyin alışveriş yapmak olduğunu ifade etti: “Marketlerde rafların çoğu boşalmıştı. Kimse ne yapacağını ve bu sürece nasıl adapte olacağını bilemiyordu. Oysa ki mesele evde kalmak değil, dışarıdaki tehdit idi onlara bu paniği yaşatan. Sokaklar birden boşalmıştı, evler bir nevi yarı açık cezaevi hissi yaşatıyordu. Tabii erkekler ve çocuklar bu konuda çok zorlandı; komşulardan sık sık kavga sesleri duyuyordum.”

İdeli, zamanının çoğunu okumak ve telefonlaşmakla geçirdiğini, belirterek, insanların zamanla sürece alıştığının altını şu sözlerle çizdi:

“İnsanlar bu sürece alışmak zorunda olduklarını gördü. Yine de herkes, bir an önce bu sürecin bitmesini ve dışarıya çıkmak istiyor. İnsanlar, o her zaman şikâyet ettikleri hayatın aslında ne kadar güzel olduğunu söylüyor; çalışmaktan şikâyet edenlerin ‘İşimizi özledik’ dediklerini duyuyorum.

“HALKIN BÜYÜK KISMI KURALLARA UYDU”

İsviçre’nin sokağa çıkma kısıtlamasına gitmediğini, fakat çeşitli kantonlarda olağanüstü hal ilan edildiğini bilgisini paylaşan İdeli, “Halka evde kalın denildi ve halkın büyük bir kısmı da buna uydu. Sınırlar kapatıldı, bütün sosyal etkinlikler durduruldu.Hastane, yaşlı ve bakim evleri ziyaretleri durduruldu. Süpermarketler, eczaneler, bankalar gibi temel ihtiyaç hizmeti veren yerler dışında bütün işletmeler kapatıldı. Havaalanı ise uçuşları diğer ülkelere göre iki hafta sonra kapattı” dedi.

ÖZDOĞAN: SALGIN GÜZEL ŞEYLER DE KATTI

Danimarka’da yaşayan Ortopedi Uzmanı Dr. Musa Özdoğan, salgın sürecinde Covid-19 timinde çalışması gerektiğini söyledi.

K24’e konuşan Özdoğan, “Salgın süreci başta kaotik görünse de bize birçok güzel şey kattı. Bütün AVM’ler, oyun yerler, sinema salonları kapalıydı. Hal böyle olunca ailece birbirimizle zaman geçirmenin değerini öğrendik. Sosyal mesafeyle de birçok aktivitenin yapılabileceğini gördük” dedi.

Danimarka’nın salgına güzel organize olduğu bilgisini veren Özdoğan, bu süreçte sağlık personeline olan ihtiyacın ne kadar önemli olduğunu gösterdiğini vurguladı:

“Danimarka’da önlemler çok erken safhada alındı. Aynı zamanda insanların bilinçli olması salgının kontrol altına alınmasında etkili oldu. Sosyal mesafenin önemi, basın-yayın organlarıyla çok güzel aktarıldı.”

“YABANCI ÖLÜM ORANLARIYLA İLGİLİ İDDİA DOĞRU DEĞİL”

Covid-19 için tedavi yöntemlerinin sınırlı olduğundan söz eden Ortopedi Uzmanı Özdoğan, şu anda birçok ilacın denendiğini, ancak aşı bulunana kadar koruyucu yöntemlerin en iyi tedavi yöntem olduğunu sözlerine ekledi.

Öte yandan İskandinav ülkelerinde yaşayan yabancı kökenli vatandaşlarda ölüm oranının daha yüksek olduğu iddialarını sorduğumuz Dr. Özdoğan, bunun doğru olmadığını; vaka sayısının biraz yüksek olduğunu söyledi:

“Danimarka’da yabancı kökenli vatandaşların oranı, ülke nüfusunun yüzde 9’unu oluşturuyor fakat yabancılar tüm Covid-19 vaka sayılarının yüzde 18’ini oluşturuyor. Bunun sebebi ise net değil. Şunu söyleyebilirim: Yabancılar genelde aynı evde çok sayıda kişiyle yaşıyor.”

GÜVEN: İSVEÇ HALKI KURUMLARA GÜVENİYOR

İsveç’te yaşayan Onkoloji Doktoru Hayrettin Güven, “İsveç Ulusal Sağlık ve Refah Kurulu tarafından risk grubuna dahil doktor ya da herhangi bir sağlık çalışanının Covid-19 hastalarına bakması uygun görülmemiştir” diyerek, enfeksiyon uzmanı olmadığı ve belli ölçüde risk taşıdığı için coronavirüs hastalarıyla ilgilenmediğini söyledi.

İsveç’te halkın coronavirüs politikalarına inandığını söyleyen Güven, K24’e yaptığı değerlendirmede, “İsveç’te, diğer ülkelerde çok az olan bir anlayış hâkim. Halk, kurumlarına, kurumlar da halka yüzde 100’e yakın bir oranda güvenir. İsveç’in aldığı önlemler dışarıda eleştirildiği kadar içeride eleştirilmedi. İsveç’te herkes karşısındaki kişinin kim olursa olsun görevini en iyi şekilde yaptığına inanır çünkü kendisi öyle yaptığına inandığı içindir” dedi.

İsveç modeliyle ilgili de konuşan Güven, sözlerini şöyle sürdürdü:

“İsveç diğer devletlere göre farklı bir strateji izledi. Tam karantina yerine dozajı zamanla arttırılan bir sosyal mesafe kuralı uyguladılar. Bilinenin aksine İsveç Ulusal Sağlık ve Refah Kurulu uyguladıkları sistemin sürü bağışıklığı değil halkın bilinçli hareket edeceğine olan güvene dayalı bir sosyal mesafenin her zaman ve her yerde korunması kuralı uyguladıklarını söylediler. En çok eleştirilen konu olan okulların açık tutulması kuralını, çocukların virüsü hemen hemen hiç bulaştırmadığı ve okulların kapatılmasının virüsün yayılmasını beklendiği kadar engellemediği gibi bilimsel dayanağı olan kurallara dayandırdılar.”

“EN ZAYIF HALKA YAŞLI BAKIMEVLERİ”

Güven, “Modelin en zayıf noktasını İsveç’in özellikle yaşlı bakımevlerinde kalan ya da evinde yaşlılık ve sağlık hizmeti alan kişiler için gerekli tedbirleri almakta yavaş kalması idi; çünkü ölen insanların yüzde 70’inin bu tür yerlerde kalan ve hizmet alan kişiler olduğu yine aynı kurum tarafından dile getirildi. Kalan yüzde 30 ise yaşlılarıyla birkaç nesil aynı evde kalan ve genellikle taksi ve restoran gibi servis branşlarında çalıştıkları için virüse daha fazla maruz kalan kişilerin ailelerinden çıktı” ifadelerini kullandı.

“EN BAŞARILI MODEL OLABİLİRDİ”

Bundan sonraki süreçle ilgili önerilerini sorduğumuz Güven, şunları ifade etti:

“Düşüncem, eğer İsveç yukarıda belirttiğim yerlere ve kişilere erken ve etkili bir karantina uygulamış olsaydı, en başarılı modellerden birine imza atmış olabilirdi. Komşu ülkeler olan Finlandiya ve Danimarka ile karşılaştırıldığında İsveç modelinin şimdilik çok da başarılı olmadığı söylenebilir. Ancak eğer ki virüs 2 yıl daha hayatımızda kalırsa ve her 6 ayda bir karantina uygulaması gerektirirse herkes İsveç sistemine dönmek zorunda kalabilir.”

Güven, “Doğaya karşı gaddar olan insanoğlunun bundan sonra da özellikle iklim dengesinin daha fazla bozulması ve buzulların erimesiyle daha sakıncalı virüs ya da bakterilerle karşı karşıya kalacağını düşünüyorum. Doğaya saygı ve aşı geliştirme çalışmalarına daha fazla yatırım yapılmasını gelecek nesillerimiz için çok önemli görüyorum” dedi.