Yeni kamusal alana dair

Bir gerçek üzerinde düşünülmesi gerekir: Devletin kamu adına bir kamusal alanı kamulaştırdığında olan şey kamunun bir özgürlük alanını daha kaybetmesi anlamına gelir.
Yeni kamusal alana dair
Yeni kamusal alana dair

1962 yılında yayınlanan ünlü kitabı Kamusal Alanın Dönüşümü’nde Jürgen Habermas, tarihin bir sonucu olarak teknolojinin ve toplumsal temayüllerin değişmesi sebebiyle kamusal alanların da değişime uğradığını ve farklı kamusallık biçimlerinin ortaya çıktığını söylüyor.

Habermas’ın tarif ettiği biçimle kamusal alan, vatandaşların haklarına dair taleplerini duyurduğu ve böylece eleştirel bir tartışma zemini yaratarak yaygın bir kanaat oluşturduğu alanlardır. Onun idealize ettiği kamusal alan, kesinlikle herkesin erişebildiği eşitlikçi bir alandır.

Habermas, medyanın sadece haber iletmeye yaramadığını ayrıca da tartışmalara aracılık ederek bir kurum özelliği kazandığını söylüyor. Ne var ki yine onun ifadesiyle rekabetçi kapitalizmin yerini tekelci kapitalizmin almasıyla beraber bu alanlar siyaset ve ticaret sınıfının eline geçmiş ve onların çıkarları doğrultusunda yönetilmeye başlanmıştır. Böylece bu alanlar kapsayıcılıklarıyla beraber müzakere alanı olma özelliklerini yitirmiş ve yeniden feodalleştirilerek eleştirel niteliklerini de kaybetmişlerdir.

Bu değişimle birlikte önceki yüzyıllarda medyanın işlevi sahibinin sesi olmaktı. Yeni yüzyıl beraberinde yeni teknolojilerin yaygın hale getirilmesini sağladı ve sosyal medya kavramı bu süreci yeni bir evreye taşıyarak durumun kendisinde bir geriye dönüşü temsil etti. İnternetin kamuya açık hale getirilmesi yeni bir iletişim çağı yarattı. Bu yaratımın bir sonucu olarak da yeni ve farklı bir kamusallık biçimi ortaya çıktı. Bugün Twitter, Facebook, YouTube ve diğer sosyal ağlar bugün tam da Habermas’ın idealize ettiği kamusal alan işlevini görüyorlar.

83 milyon dolayında nüfusu bulunan Almanya’da 79 milyondan fazla internet kullanıcısı var (2019) ve yine 83 milyon nüfusluk Türkiye’de 77 milyon vatandaş internete ulaşabiliyor; aktif sosyal medya kullanıcı sayısı ise 60 milyon civarında. Yani Habermas’ın burjuva kamusal alanından ötede bir yerde kamunun kendisini temsil eden bir alan var. Üstelik eşitlikçi, herkesin ulaşabildiği ve müzakereye açık bir alan. Her iki örnekte de görüleceği üzere internet kamusal alanına katılım yerel ve genel seçimlere katılım oranlarının bile çok üstünde. Yani internet ve dolayısı ile sosyal medya bir görüşün yaygın kanaat haline gelmesi konusunda kamuyu temsile ihtiyaç duymak yerine kamunun kendisini ortaya çıkarmaktadır.

Bu sebeple Türkiye gibi otoriter, baskıcı ve aynı zamanda ekonomi, eğitim ve adalet gibi kurumların yozlaştığı ve medyanın gerçek işlevini yerine getirmediği (aslında zaten hakikate dair bir işlevi artık yoktur) yerlerde sosyal medya, vatandaşların adalet, sağlık, iş ihtiyaçlarına cevap bulduğu ve hatta bu hizmetlere ulaştığı bir alan haline gelmeye başladı. Artık sosyal medyada dile getirdiğiniz talebin veya düşüncenin ilgi bulması durumunda konu kamunun gündemine taşınıyor ve sorun normal kamu işleyişinden çok daha hızlı bir şekilde çözülüyor.

Tekrar feodalleştirilene kadar -böyle bir ihtimal her zaman vardır- sosyal medya bugün Habermas’ın kamusal alanının yerini tutmuştur fakat bu alan hizmetlere ulaşmanın, kamunun fikirsel eğilimini oluşturmanın dışında aynı zamanda bir kurum olarak başka kurumların yerini tutma sakıncasını da barındırmaktadır. Örneğin bu alanın adalete ulaşmayı hızlandırması iyi bir şeyken aynı alanın bir mahkeme salonuna dönüştürülmesi ve sosyal medya kullanıcılarının linç kültürünün de birer üyesi olarak kendisini jürinin ve hatta yargıçların yerine koyması bir doğruya tekabül etmez. Zira ortada bir hukuki zemin yoktur ve bu aslında kamusal alanın istismarı olarak okunmalıdır.

Kamusal alanın feodalleştirilmesi sosyal medya araçlarının çeşitli şirketlerin elinde tekelleşmesi anlamına gelmez çünkü araçlar tek elde toplansa bile fikirlerin ne ve nasıl olması gerektiği, hangi fikirlerin veya yargıların dolaşıma sokulması gerektiği üzerinde böyle bir yaptırım -henüz- yoktur çünkü şirketler bugün bütün alanlarda kazanabilmek için kullanıcıların birer içerik üreticisi olarak aktif olmasına muhtaçtırlar (yapay zeka uygulamaları bu ihtiyacı ilerde ortadan kaldırabilir).  

Bu kamusal alana dair en büyük tehlike bugün devletlerin bu alana el koyması ve bu alana ulaşmayı engellemesine dairdir. 2009’daki seçimlerde İran’daki muhalefetin kitlesel eylemlerini Twitter üzerinden örgütlemesi ve İran’ın Twitter’ı yasaklaması, Arap Baharı’nda sosyal medyanın etkisi ve hükümetlerin bunlara yönelik yaptırımları, Türkiye’nin infial yaratması beklenen olayların olduğu zamanlarda sosyal medya araçlarına girişi yavaşlatması gibi pek çok durum bize bu konuda ipuçları vermektedir. Diğer taraftan yasal yaptırımlar, sosyal medya üzerinden paylaşılan muhalif görüşlerin birer dava konusu olması, sosyal medya alanlarına dair hukuki düzenlemeler bu kamusal alanın da sonunun getirilebileceğini gösteriyor.

Bir gerçek üzerinde düşünülmesi gerekir: Devletin kamu adına bir kamusal alanı kamulaştırdığında olan şey kamunun bir özgürlük alanını daha kaybetmesi anlamına gelir.

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar k24 medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.