Suriye’de bir Kürt yapısı bölgede akan kanı durdurur

Cemalettin Kani Torun
Cemalettin Kani Torun
Cemalettin Kani Torun

Gelecek Partisi Genel Sekreteri Cemalettin Kani Torun, Suriye’de Kürtlerin kendilerini ifade edebileceği bir statüsünün olmasının, Türkiye’ye de fayda getireceğini söyledi.

Cemalettin Kani Torun, Türkiye’de erken seçime gidilmesi gerektiğini ve Gelecek Partisi’nin de bu ihtimale hazırlık yaptığını belirtti.

HDP’li belediyelere kayyum atanmasının yanlış olduğunu kaydeden Torun, öte yandan HDP’nin Kandil’den yönetilmesini de yanlış bulduklarını ifade etti.

Gelecek Partisi Genel Sekreteri Torun, gündeme ilişkin K24’ün sorularını yanıtladı:

Bir erken seçim öngörüyor musunuz? Gelecek Partisi erken seçim ihtimaline hazır mı?

Biz bir erken seçim talebinde bulunuyoruz. Türkiye’nin şu an içinde bulunduğu tıkanıklığı çözecek tek şey erken seçimdir. Çünkü iktidar Türkiye’yi yönetemiyor. Ekonomi dibe vurmuş durumda, devlet kurumları tam bir kokuşmuşluk içerisinde, bir suç örgütü lideri bir aydan fazladır ülkenin gündeminde birinci sırada bulunuyor ve açıkladığı şeylerin tamamı korkunç. En ufak bir tanesi bile Batı ülkelerinde hükümet devirebilecek skandallar ama örtbas edilmeye çalışıyor. Türkiye gibi 84 milyon nüfuslu, bulunduğu bölge itibariyle etrafında savaşların olduğu bir ülke için bu yönetilememe durumu kabul edilemez bir durumdur. Bundan en kısa zamanda çıkılmasının yolu erken seçimdir. Halk bunun cevabını seçimde verir. Onun için biz erkem seçime hazırlanıyoruz ve ne zaman yapılırsa Gelecek Partisi erken seçime girmeye hazırdır.

İTTİFAK TARTIŞMALARI

Meral Akşener Gelecek ve DEVA partileri ile ittifaklarının olabileceğini söylemişti siz böyle bir ittifakın içerisinde misiniz? Bu mesajı nasıl değerlendirdiniz?

Biz şu anda tek başımıza seçime girecekmiş gibi çalışıyoruz. Ona göre teşkilatlanıyoruz fakat seçim sath-ı mailine girildiğinde ne olacağı o günün şartları ile belli olur. Şu veya bu şekilde kendimizi ittifak veya başka bir şey ile bağlamayı düşünmüyoruz. Fakat günü geldiğinde bunların hepsi oturulur konuşulur.

Sayın Akşener “Millet İttifakı, HDP ile ortak aday çıkarmamalı” dedi. Aynı fikirde misiniz?

Biz millet İttifakı’nın içinde değiliz. Bu yüzden bu bizim sorunumuz değil. Bu onların tercihidir. Biz şu an kendimizi şu veya bu parti ile kategorik olarak bir ittifak yaparız veya yapmayız diye bağlamayı düşünmüyoruz. Bizim olaya yaklaşımımız şu; HDP Türkiye’de legal olarak kurulmuş, teşkilatlanmış, meclise girmiş, grubu olan bir siyasi partidir. İlişkilerimizi her siyasi parti ile olduğu gibi devam ettiririz. HDP’nin eğer anayasal olarak bir suçu varsa bir şekilde kapatılması gerekiyorsa bu hukukçuları, mahkemeleri ilgilendirir. Böyle bir durum olmadıkça HDP ile legal siyasi bir parti olarak biz görüşürüz, konuşuruz ama sonrasında ne olur, şimdiden hiçbir şey için kendimizi bir bağlantıya sokmamız uygun olmaz.

Sizce muhalefet Kürtlerle bir araya gelmekten korkuyor mu? HDP’nin bu şekilde dışlanması durumunda ve seçimlerin kuvvetle muhtemel ikinci tura kalması halinde Kürt seçmeni ikna etmeyi zorlaştırmaz mı?

Bunlar farazi tartışmalar oluyor. Zamanı gelince bunlar konuşulur. Fakat eğer Türkiye’de mevcut iktidar bloğunun karşısında seçim kazanılmak isteniyorsa yüzde onluk bir oy kitlesiyle HDP’nin oyuna da ihtiyaç olduğu kanaatindeyim. Ama bunun formülü nasıl olur? Şu anda bunun konuşulması gereksiz bence.

rop
Cemalettin Kani Torun Nalin Diri'nin sorularını yanıtladı

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Ahmet Davutoğlu’nu 7 Haziran seçimleri sonrası HDP ile koalisyon kurmak üzere görüşmeye gitmekle eleştirdi. Bu Sayın Davutoğlu’nun kendi inisiyatifi miydi? İktidar partisiyle çatlaklar bu yüzden mi oluştu?

Öncelikle o dönemi hatırlarsak 7 Haziran seçimleri sonrasında AK Parti tek başına çoğunluğu sağlayamadı. Genel Başkan hükümeti kurma görevi aldığında tabii olarak bir koalisyon arayışına girdi. Bu koalisyon arayışında o günkü muhalefet partilerinin tamamına gidildi. CHP’ye de MHP’ye de HDP’ye de gidildi. HDP’ye gitmesi aslında bir lütuf değildi, anayasal bir gereklilikti. Açık söyleyelim; HDP de kabul etmedi o dönemde. HDP de açıktan bir muhalif pozisyonunu devam ettireceğini herhangi bir koalisyona niyeti olmadığını belli etti zaten. MHP herhangi bir koalisyon girişiminde olmadığını açıkladı. Geriye kala kala CHP kaldı, CHP ile de istikşafi görüşmeler sonucunda bir sonuca varılamadığı ve 45 günlük süre de dolduğu için tekrar seçime gidildi. Tekrar seçime gidildiğinde de anayasal hükümet kurma zorunluluğu ortaya çıktı. Anayasal hükümet demek; bütün partilerden temsilci alınan bir seçim hükümeti. O seçim hükümetinde de hatırlarsanız HDP’den de 2 milletvekili o seçim hükümetinde görev aldı. MHP anayasal hükümete bile üye vermek istemedi hatta anayasal hükümete üye olarak gelen Sayın Tuğrul Türkeş’i de partiden ihraç etti.

HDP koalisyona olumsuz bir yaklaşım sergiledi dediniz. HDP’nin şu an Türkiye’de Kürt siyasetinin geldiği noktada nasıl bir payı var sizce?

Şimdi bakın Türkiye’de birçok şey yaşandı. Şiddetin zirve olduğu dönemler de yaşandı, bir çözüm süreci yaşandı ve bu çözüm süreci de başarısızlığa uğradı. O koalisyon görüşmeleri olduğu dönemde çözüm süreci bitmemişti. Hemen akabinde 23 Temmuz’da bitti. Dolayısıyla onu o günkü şartlar içerisinde değerlendirmek gerekiyor. HDP’ye gelince… HDP sonuçta, baştan da söylediğim gibi Türkiye’de kurulmuş siyasi bir partidir, Meclis’te temsil edilmektedir. HDP’nin kriminalize edilmesi yanlıştır. Bu HDP’ye oy veren 6 milyon seçmene karşı yapılan bir yanlıştır. İkincisi HDP’li olduğı için seçilmiş belediye başkanlarının görevden alınarak yerine İçişleri Bakanlığı tarafından kayyum atanması da yanlıştır. Biz ona da karşı çıktık ama aynı zamanda HDP’nin de yani bu bir dönem yaşandığı için söylüyorum; bir şekilde Kandil’den yönetilmesi de yanlış. Ne KCK ne kayyum dedik biz. Kandil ile olan ilişkilerini de bir şekilde gönül bağı anlamında biliyoruz, bunu herkes biliyor. Ama HDP’nin bunu bir proksi şeklinde çalışması yanlış. Kandil’in proksisi şeklinde. Bir siyasi parti olarak Türkiye’de aslında Kürt sorununun çözümünde HDP önemli bir rol oynayabilir, bu rolün oynanması gerektiğine de inanıyoruz. Belki bir sonraki dönemde bu anlamda oluşabilecek yeni bir çözüm ya da barış süreci, adına ne dersek diyelim, HDP de bunun içinde mutlaka olacaktır. Çünkü bu 6 milyon oyu da yok sayarak Türkiye’de Kürt nüfusa yönelik hiçbir şeyi çözemezsiniz.

Sayın Ahmet Davutoğlu 7 Haziran ve 1 Kasım seçimleri sırasında başbakanlık makamında bulunuyordu. İki seçim arasında yaşanan süreçte bilinmeyen karanlık şeyler olduğuna yönelik birtakım açıklamaları olmuştu. Bu dönemin tümüyle aydınlatılmasına yönelik Gelecek Partisi’nin bir çalışması veya açıklaması olacak mı?

Genel başkan bu konu ile ilgili sorulan soruları televizyon mülakatlarında büyük ölçüde yanıtladı. Yalnız ben bu konuyla ilgili kendi görüşümü söyleyeyim: Çözüm süreci başladığında ve devamında Ahmet Davutoğlu dışişleri bakanıydı. Çözüm Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde başladı. 2013 Mart ayında, meşhur Nevruz konuşması sonrasında. Çözüm süreci gerçekten iyi niyetle, Türkiye’nin kangren olmuş bir sorununu çözmek amacıyla başlatılmış ve çok kötü yönetilmiş bir süreçti. Maalesef belki burada yönetimin daha doğrusu devletin ya da o günkü iktidarın iyi niyeti de belki aynı karşılığı bulamadı, ayrıntıya girmek istemiyorum. Ancak ben bunu daha önce HDP’li arkadaşlarla da tartıştım. Hiçbir devlet kendi egemenlik alanı içerisinde hendek kazılmasını, bir takım bölgelerin kurtarılmış bölge ilan edilmesini kabul etmez. Bu tür şeylere o dönemde göz yumulması da yanlıştı, yani bunlar yapılırken engellenmeliydi. Ama yapıldıktan sonra da Ahmet Davutoğlu başbakan olduktan sonra 6-8 Ekim olayları oldu. Sonrasında bu hendekler ayan beyan ortadaydı ve bu süreçte aslında ister istemez, özellikle Temmuz 2015’teki art arda gelen cinayetlerle süreç bitirilmiş oldu. İki taraf da birbirini suçluyor, bugün belki şu ya da bu şekilde akademik olarak tartışılabilir. Oturulup sürecin neresinde hata yapıldı, nerede düzeltilebilirdi, bunların aslında akademik olarak, bu konuyu düşünen insanlar tarafından tartışılması gerekiyor. Siyasetçi ve siyaset bilimciler, akademisyenler tarafından bu konunun tartışılması ve Türkiye’nin bu sorunu yeniden çözmeye kalktığında nasıl bir süreç gözetmesi gerektiği üzerinde konuşulması gerektiğini düşünüyorum.

‘SURİYE’DE ÖZERK BİR KÜRT YAPISI BÖLGEDE AKAN KANI DURDURUR’

Suriye politikasıyla ilgili Türkiye’nin kendi sınırlarında bir Kürt oluşumundansa cihatçı bir oluşumu tercih edeceği yönünde birtakım yorumlar yapılıyor. Bu konu ile ilgili fikriniz nedir?

Suriye’deki Kürtlerin biliyorsunuz, 2011, yani Arap Baharı öncesinde Suriye’de kimlikleri bile yoktu. Büyük çoğunluğunun nüfus kağıtları yoktu. Baas rejimi Kürtleri yok sayıyordu. 2011 sonrasında yani Arap Baharı gösterileri başladıktan sonra Suriye rejimi aslında bugün Rojava denilen bölgeden askerlerini çekerek orayı fiilen aslında yerel Kürt unsurlara bıraktı. Onlar da muhalefete destek vermek yerine maalesef o dönemde biraz da oportünist bir tavırla rejimle iyi geçinme yolunu tercih ettiler. Bu tabii yanlış bir şeydi. Sonrasında birçok şey oldu-bitti, eğit-donat çalışmaları vs. Sonrasında Amerika tarafından orada silahlandırılan Suriye Demokratik Güçleri diye bir yapı kuruldu. Türkiye bunun büyük ölçüde PKK yandaşlarından oluştuğunu iddia ediyor. Amerika ise ‘yok Araplar da var içinde, PKK da var diğerleri de var’ yani karışık olduğunu iddia ediyor. Burada söylenebilecek olan şey şu; Türkiye sınırlarında bağımsız bir yapının elbette ki oluşmasını istemez. Ama ben şunu söyleyeyim, Suriye’nin toprak bütünlüğü içinde Kürtlerin kendilerini ifade edebilecekleri bir bölgenin, statüsü Suriye’nin kendi anayasal yapısı içinde olmak kaydıyla, aynen Irak’taki gibi bir yapının oluşmasının Türkiye’ye uzun vadede zarar değil yarar getireceği kanaatindeyim. Aynı endişeler 1990’larda Irak’taki Kürdistan Bölgesi için konuşulurdu. Ama Irak’taki Kürdistan Bölgesi 2003 Irak savaşı sonrasında federal bir yapıya dönüştüğünde Türkiye’nin en yakın dostu oldu. Halen de bölgede en yakın ilişkileri olan ülke de Türkiye’dir. 2016 sonrasında ilişkiler git gide bozulmuş olsa bile ekonomisi büyük ölçüde Türkiye’ye bağlıdır. Oradaki şirketlerin %90’ı Türk şirketleridir. Aynı şeyin ben Rojava için de olacağını düşünüyorum. Yani burada bu tarihsel korkulardan sıyrılıp daha gerçekçi politikalar yürütmek gerektiğini ama düşünüyorum. Ama dediğim gibi bölgede sınırların değişmesini hiç kimse beklemesin, sınırların değişmesi kan ve gözyaşı demektir. Mevcut sınırlar muhafaza edilerek sınırların içinde birtakım demokratik düzenlemelerin yapılması, oradaki halkların kendilerini ifade edebilecekleri, anayasal sınırlar içinde birtakım yapılar kurulması, otonom, federal, kanton her neyse, oradaki bütün toplumun kabul edebileceği bir şekilde olması aslında bölgedeki kanın durmasına da bir vesile olur. Devamında aslında bütün bir Orta Doğu için geçerli olan şey sınırlar sabit kalmak şartıyla bu sınırların kültürel ve ekonomik anlamda sonuna kadar geçişken olmasını savunmak zorundayız. Kültürel, ekonomik ve insan hareketliliği anlamında. Çünkü tarihsel olarak bu bölgede insan hareketliliği her zaman olmuştur. Bu bölge mevcut sınırlar içinde ama kültürel ve ekonomik açıdan son derece geçişken bir sınır yapısına sahip olup bütün bir bölgenin birbiriyle kültürel ve ekonomik entegrasyonuna yol açacak düzenlemeler, sadece Suriye veya Irak için değil aynı şey Lübnan, Körfez ülkeleri Ürdün, Mısır için de geçerli. Bütün bir bölgenin aslında bir barışa ihtiyacı var. Burada da temel şey ekonomik ve kültürel geçişkenliğin sonuna kadar olması, siyasal olarak herkesin birbirine saygı göstermesi ile olur.

Bu bağlamda, eski bir hariciyeci de olarak, Suriye’de 10 yılı aşkın bir süredir devam eden iç savaşta bir komşu olarak Türkiye’nin rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Savaşın başında, hatta daha savaş başlamadan, demokratik gösterilerin olduğu dönemde, Türkiye, Beşar Esad’ı burada tedrici bir şekilde o kitlelerin isteklerini yerine getirecek bir yöne yöneltmeye çalıştı. Çünkü Suriye bildiğiniz gibi tek parti egemenliği altında ağır bir baskı rejimi ile yönetiliyordu. İnsanlar “artık yeter” demişti. Ancak o tek parti mekanizmasını Beşar Esad isteyerek veya istemeyerek, aşamayınca ne oldu? Bu gösterilerin silahla bastırılması yoluna gidildi. Topla tüfekle yukarıdan bombalanarak, bütün bir Suriye toprakları savaş alanına çevrildi. Bundan sonra Türkiye’nin tavrı ise bunun bize bulaşmaması yönündeydi. Yani burada temelde Türkiye kendini koruma amaçlı çalışma yaptı. O dönemde birtakım ordu içindeki, daha sonra 15 Temmuz’da darbeye kalkışan unsurların bir takım sabotajlarına da rağmen, Türkiye sınır bölgesini kontrol etmeye çalıştı ve bu ateşin bize bulaşmamasına uğraştı. Ancak tabii ki iç savaştan kaçan 4 milyon mülteci Türkiye’ye geldi. Burada bazıları bu mülteciler niye alındı diyorlar ama uluslararası sözleşmelere göre Türkiye bunlara kapıyı kapatamazdı. Ancak Türkiye bundan sonra bölgede vaziyet eden diğer devletlerle beraber, Amerika’yla, Rusya’yla ve diğer bölge ülkeleriyle beraber, Suriye’nin tekrar bir barışçı çözüm sürecine girmesine destek olmalıdır. Yeni bir anayasayla en azından insanların da güven içinde ülkelerine dönebilme şartlarının oluşturulması gerekir. O oluştuğunda ben bu mültecilerin çoğunun kendi ülkelerine döneceği kanaatindeyim. Ama ateşten kaçarak gelmiş insanlara düşmanlık yapmanın da yanlış olduğunu söylemek zorundayım.

SEDAT PEKER’İN İDDİALARI

Sedat Peker’in Suriye’ye silah gönderilmesiyle ilgili ortaya attığı birtakım iddialar ülke gündeminde. Bu iddialar Davutoğlu’nun dışişleri bakanlığı yaptığı döneme işaret ediyor. Davutoğlu iddialarla ilgili kısa bir açıklamada bulundu. Bu konuda sizin görüşünüz nedir?

Şimdi burada iki şey var. Birincisi bildiğiniz gibi MİT tırları operasyonu, bu 2014 Ocak ayında oldu hemen 17-25 Aralık sonrasında ve Sedat Peker daha hapisteyken olan bir şey. Dolayısıyla onunla Sedat Peker’in iddialarını birbirinden ayırmak lazım. Esasen orada devlet kurumlarına yönelik bir operasyondu. Özellikle Bayırbucak Türkmenlerine kendilerini savunmaları için gönderilen silahları o zaman ordu içindeki FETÖ mensupları açığa çıkarttılar. Bu ayrı bir konu. Sedat Peker’in iddiaları SADAT ile ilgili. SADAT dediğimiz şey bir özel şirket. Bu Amerika’nın BlackWater’ı türünde savaşlardaki paramiliter eğitimleri veren vs. bu tür işleri yapan bir örgüt. Bu şirketin başındaki zat cumhurbaşkanlığında başdanışman. Dolayısıyla bunun Ahmet Davutoğlu ile bir alakası yok. Zaten bunu bu iddiaları ortaya atan suç örgütü lideri de söyledi. İkisini birbirinden ayırdı. Bu dediğimiz SADAT üzerinden gönderilen silahlar 2016 ve sonrasına ilişkin. O dönemde de Ahmet Davutoğlu yönetimde değildi. Dolayısıyla ikisini birbirinden ayıralım. SADAT dediğimiz şirket ile ilgili iddialar olabilir. Bunlar yargının işi, bizim söyleyeceğimiz bir şey yok. O zat da halen bildiğim kadarıyla danışmanlık görevini devam ettiriyor.

Bir hariciyeci olarak Kürtlerin Suriye’deki geleceğini nasıl öngörüyorsunuz?

Başta da söylediğim gibi Suriye’nin toprak bütünlüğünü koruyarak anayasal bir zeminde Kürtlerin kendini ifade edebilecekleri bir yapıyı aslında bölgede barışa yol açacak bir gelişme olarak görüyorum. Buradaki Türkiye’yi asıl rahatsız eden terörist unsurlar Amerika ve Türkiye arasında görüşülebilecek ve halledilebilecek bir mesele. Yani o bölgeyi açıkçası Stalinist bir terör örgütünün yönetmesi Türkiye açısından bir tehdittir. Ama bölgedeki Kürtlerin kendi inisiyatifi ile seçtiği insanların yönetmesi onların iç sorunudur, Suriye’nin iç sorunudur. Uzun vadede Suriye’nin toprak bütünlüğü çerçevesinde olması gereken budur.