Jeopolitik açmaz ve Kürtlerin geleceği

Kurd24

G7 ve NATO zirveleri çerçevesinde dünya liderleri bir dizi görüşme yaptılar. Joe Biden, ABD’nin Trump döneminde müttefikleriyle gerilen ilişkilerini yeni bir tutumla rayına oturtmaya çalıştı ve Avrupa ülkeleriyle güven tazelemeye özen gösterdi.

Her ne kadar görüşmelerin içeriği ve kamuoyuyla paylaşılan kararları çevre, iklim ve Covid gibi alt konularla mahdut görünse de herkes asıl temanın yeni dönemde Batı’nın Çin’e karşı birlikte nasıl bir pozisyon alacağına dair olduğunun farkında. Nitekim zirvelerin hemen öncesinde Çin’in OBOR (Bir Kuşak Bir Yol) projesine alternatif olarak Batı’da tüm ülkelerin katılımı ile yapılacak B3W projesinin detayları servis edildi.

Diplomasi tarihinde büyük görüşmeler öncesi sahada, tarafların kendi tezlerini destekleyecek veya müzakerelerde baskı unsuru olarak kullanılabilecek bazı hareketliliklerin görüldüğü bilinir. Görüşmelerin hemen öncesinde Bağdat’ta Yeşil Bölge’de başlayan gerginlikler, Türkiye’de Sedat Peker ile başlayan temizlenme süreci, Afrin’de bir hastanedeki feci patlama ve Güney Kürdistan’da yeni bir birakujî tehlikesi ortaya çıkaran PKK-PDK gerginliğinin de bu anlamda çok hızlıca oluşturulduğunu söyleyebiliriz.

Zirvelerde Kürtlerin özellikle takip etmesi gereken üç görüşme mevcuttu; Biden-Erdoğan, Macron-Erdoğan ve asıl önemli görüşme olan Biden-Putin görüşmeleri (Bu yazı yazıldığında henüz Biden ile Putin görüşmesi gerçekleşmiş değil).

Bugün fiilen Kürdistan’ın üç parçasında yayılımını sürdüren ve işgal harekatları ile Kürtlerin nefes borusunu kesmeye çalışan Türkiye, görüşmelerden istediklerine dair bir sonuç elde edemedi. NATO sözleşmesinin Türkiye’yi de koruyan 5. maddesinin geçerliliğinin yeniden telaffuzu ve Türklerin deyim yerindeyse çavuş olarak Afganistan’a gönderilmesi dışında Erdoğan’ın bütün tantanasına rağmen şu an reel bir kazanımı görünmüyor. Özellikle Rojava’da Kürtlerin elini zayıflatmak ve Batı ülkelerinin Kürtlere yönelik yatırım ve desteklerini kesmek için uğraşan Türkiye’nin S-400 ve ABD’nin Kürtlere desteği gibi konularda ayrı bir parantezde kalmaları sağlandı ve sorunlar sonraki bir döneme ertelenmiş oldu. Buna karşılık Türkiye’nin kullanılmaya müsait olduğu uluslararası ilişkilerdeki konular öne çıkarıldı ve Afganistan, Ukrayna ve Suriye gibi konularda NATO ve Batı ile eşgüdümlü çalışması istendi. 

ABD’nin, Batı’nın Çin ile içinde olduğu rekabette Rusya’yı ya kendilerine müttefik veya en azından tarafsız durabileceği bir noktaya taşımak arzusunda olduğu artık bir sır değil. Enerji yollarını ve kaynaklarını kontrol etmek üzere Doğu Akdeniz, Kuzey Afrika, Doğu Avrupa ve kuzey kutbunda kıyasıya bir mücadele içinde bulunan iki ülke bir de Çin meselesinde aralarındaki sorunları çözmek zorunda. Kanımca bugüne kadar Batı’dan göremediği gücünün tanınması ve varlığına saygı gösterilmesine yönelik adımlar sağlandığında Rusya’nın, Çin ile arasına mesafe koyabileceği söylenebilir.

Zaten ilginçtir ki ABD, başından beri karşı olduğu Rusya-Almanya arasında yapılan Nord-2 Stream hattına yönelik koyduğu bazı yaptırımları zirveler başlamadan önce kaldırdı. Almanya Şansölyesi Merkel’in gelecek ay Beyaz Saray’a davet edilmesi de Almanya üzerinden Rusya ile ilişkilerin geliştirilebileceğine dair bir politikanın olduğu işareti olarak algılanabilir. 

Türkiye’nin son on yıllık dış politikasındaki tutarsızlıkların nedeni, içinde bulundukları jeopolitik açmazla ilgili. Türkiye’nin önceki yüzyılda kuruluş ve idamesinin asıl sebebi Sovyetler Birliği’nin güneyinde bir tampon bölge olarak kurgulanmasıdır. Rusya’nın, günümüz soğuk savaşı olarak değerlendirilmesi gereken ABD-Çin rekabetindeki yerini tam olarak tayin edememesi ve öyle düşünülmesi/görülmesi, aynı zamanda tarihsel ve coğrafik olarak Rusya’nın kendi kararlaştırdığı dünya içindeki sistemsel pozisyonuna göre şekillendirilecek olan Türkiye’nin ikircikli ve anlaşılmaz sanılan politikalar içine girmesine de neden olmuştur.

Bir yandan Rusya’dan S-400 alırken diğer yandan Rusya’ya karşı Ukrayna’ya silah satması gibi çelişkili görünen dış siyasetinin asıl esprisi tam da bu jeopolitik açmazdır. Bu anlamıyla ABD dahil Batı’nın Çin ile savaşında Rusya ile kuracağı ilişkinin çerçevesi netleşmeden Türkiye’ye de yeni bir rol biçilemez. Yani bu zirvelerde biz Kürtler için önemli olan ve gelecek politikalarımızda belirleyici ölçütleri ortaya koyacak olan NATO-Türkiye ikili ilişkileri değil NATO-Rusya ilişkileri olacaktır.

Kürt siyaseti Rusya’nın, ABD-Çin soğuk savaşında alacağı pozisyon ve aldığı pozisyon karşılığı Türkiye’nin bu jeopolitik açmazının ilânihaye bir gün evirileceği durağı iyi takip etmelidir. Türkiye’nin bugüne kadar Kürdistan’ın tüm parçalarında takip ettiği politika bu açmazın varacağı yeri tahmin edememesinden dolayı, en kötü duruma göre pozisyon alarak Kürdistan’ı coğrafik, demografik, askeri ve ekonomik olarak zayıflatma ihtiyacı duyması ile ilgilidir ve bu politika şu anda da sürmektedir.

ABD-Çin soğuk savaşında Rusya, Batı’ya karşı mı yoksa onun yanında mı pozisyon alacak? Yanlı pozisyonda daha önce de değindiğim üzere Boğazlar ve Ortadoğu karşılığında taviz alacağı görülüyor, fakat karşı kalmaya karar verirse bunun Kürdistan üzerinde ne gibi etkileri olacak?

İşte Kürt siyaseti bu açmazın anlaşılması ve bu sorulara verilecek cevaplar üzerinden gelişecektir. 

 

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir