Rambo neden Afganistan’ı terk ediyor?

Kurd24

Bir önceki yılın şubat ayında ABD ile Taliban arasında varılan anlaşma Trump’ın başkanlık seçiminde yenilgiye uğramasına rağmen akamete uğramadan yürürlüğe girdi ve ABD, müttefiki Fransa’nın yüksek sesli uyarılarına rağmen Afganistan’dan askerlerini çekmeye başladı. Hatta bu sürecin sonuna doğru gelinmiş durumda.

Haziran ayının ortasında düzenlenen NATO zirvesinin de öne çıkan konularından biri olan Afganistan meselesinde ABD ve NATO güçlerinin boşalttığı başkent Kabil’deki havaalanının güvenliğini Türkiye’nin sağlamasına dair bir uzlaşmayla yeni bir evreye geçildi. Taliban’ın Türkiye’ye yönelik sert cihat tehdidine rağmen pürüz çıkmayacak gibi duruyor. ABD’nin ağır silahlar ve istihbarat desteğinin yanında finans da sağlayacağı bu operasyon, bir süredir ABD’nin gözünden düşen Türkiye’nin en azından ABD’nin kurguladığı bir oyuna yeniden katılmasını sağladı. (Ve şimdilik hiç değilse buna karşılık, istedikleri bir büyükelçiyi Ankara’ya ataması konusunda Biden’ı ikna etmiş görünüyorlar.)

Afganistan elbette jeopolitik kuramlar açısından önemli bir ülke. Halford Mackinder’ın Kara Hâkimiyet Teorisi (Heartland) ve benzeri jeopolitik teorilerde kıymeti matuf yerlerden biri. Mackinder’ın yaklaşımına göre “Doğu Avrupa’yı yöneten Heartland’e, Heartland’ı yöneten Dünya Adası’na ve Dünya Adası’nı yöneten de dünyaya hâkim olur.” Afganistan, Heartland’tan Dünya Adası’na yayılacak kara gücünün güney sınırında yer alır ve aynı zamanda bu gücün güneye çıkış noktalarından da birini teşkil eder. Belki de sırf bu sebeple Afganistan bir imparatorluklar mezarlığıdır ve büyük güçlerin stratejik alanları bölüşüm kavgalarının da her zaman içinde ye alır.

Afganistan, Britanya ve Ruslar arasındaki çekişmede Hive-Buhara-Hokand hanlıklarıyla birlikte coğrafi determinizmine layık şekilde Great Game’in üzerine bina edildiği stratejik önemdeki noktalardan biriydi ve taraflar açısından bir tampon devlet olarak kalmasına karar verildi. 1947 yılında İngiltere, Hindistan’dan çekilince 13 yıl boyunca kimsenin karışmadığı bir bölge olarak bu sefer de yeni kurulmuş olan Pakistan’dan Peştunistan meselesi sebebiyle toprak talep etti. ABD ve SSCB’nin bölge üzerinde tekrar çekişmesi 1960 yılında başladı ve yeniden taraflar için bir tampon bölge olarak kurgulandı. Savaşın kızışması Afganistan’dan Pakistan’a büyük bir göç verdi ve mülteci kamplarındaki medreselerde ortaya çıkan Taliban geri dönerek 1990’larda ülkeyi ele geçirdi.

Denize sınırı olmadığı için bir kıtaiçi ülke olan ve enerji nakil hatları sebebiyle Asya’nın enerji jeopolitiği açısından önemli bir ülke olan Afganistan, son iki yüzyıllık karmaşası göz önünde bulundurulduğundan Çin’in yeni İpekyolu projesi OBOR’da es geçilmiş bir ülke oldu. Bu da onu jeopolitik ölü haline getirmiş oldu. Etrafındaki ülkelerin öneme bindiği bu durumda hiç beklenmedik şekilde ABD’nin bölgeden çekilme kararı onu Taliban’ın insafına bırakılmış bir ülke haline getirirken aslında olup biten şey, daha büyük bir stratejinin parçası olarak Afganistan’ın kurgulanmasıydı.

1977-1981 yılları arasında Jimmy Carter’ın ulusal güvenlik danışmanlarından biri olan Zbigniew Brzezinski’nin Afganistan ile ilgili temel önerisi bu yönlü bir stratejinin anahtarı görevindedir. Büyük Satranç Tahtası - Amerika'nın Küresel Üstünlüğü ve Bunun Jeostratejik Gereklilikleri adlı kitabında Brzezinski, ne olursa olsun ABD’nin bu bölgede başka hiçbir aktörün yalnız başına egemenlik kurmamasını sağlaması gerektiğini belirtir. Nitekim SSCB’nin 1979’da Afganistan’a askeri müdahalesine karşı ABD’nin mücahitlere yardımı, aslında ABD’nin kendisinin kontrol edemediği bu bölgenin başka bir güç tarafından da kontrol edilmesinin önüne geçmekle ilgiliydi. Dönemin ruhunun bir ürünü olarak çekilen Rambo filmleriyle de bu stratejinin propagandası yapılmıştı.

Aslında hem o günlerdeki yardımları hem de bugünkü geri çekilmesiyle ABD, bu iki temel teoriyi Afganistan’ın önemine binaen tersinden işletmektedir. Zira burada oluşacak kontrollü bir otorite boşluğu, bölgesel güçler arasındaki uzlaşmaz çekişmeler de göz önünde bulundurulduğunda yenidünyanın Doğu-Batı eksenli kamplaşmasının tam ortasına pimi çekilmiş bir bomba bırakmaya benzemektedir.

1994’teki çıkışından sonra 1996’da Kabil’i ele geçirerek yönetmeye başlayan Taliban, bu sefer Kabil’i hedef almadan Afganistan’ın komşu ülkeler ile olan sınır boylarına saldırarak onları ele geçirmeyi önceledi. Taliban’ın kısa sürelik girişimi sonrası şu an Çin ile bile komşu hale gelmiş olması bu stratejinin başarılı hale geldiğini göstermektedir. Afganistan içerisinde bir iç savaş çıkması durumunda bile, ülkenin başkenti Kabil her halükarda özel kuvvetlerini çekmeyecek olan ABD tarafından, Türkiye aracılığıyla elde tutulacaktır. Nitekim Türkiye’nin havaalanını korumak için bölgede görev yapacak paralı askerleri topladığına dair haberler bugünlerde servis edilmeye başlandı. Türkiye’yi bu denli iştahlandıran şeyin salt oyuna geri dönmek olmadığını, havaalanının Kabil merkez yönetimini ayakta tutma açısından çok önemli olduğu gibi dünya uyuşturucu piyasasının kontrolü açısından önemli olduğunu belirtmekte fayda vardır.

Soğuk Savaş dönemi boyunca Pakistan’daki Peştun nüfusu ve toprakları sebebiyle Pakistan’a karşı Peştunistan Meselesi’ni ayakta tutan ve dönem dönem büyük aktörleri de bu soruna ortak eden Afganistan, bugün ilginç bir şekilde tekrar Pakistan’daki medreselerde yetişmiş mücahitlerin kontrolüne girmiş durumda. Öyle ki Çin’e yakınlığı sebebiyle ABD tarafından blokaj uygulanan Pakistan, havaalanında Türkiye ile birlikte rol kapmak isterken bile Afganistan merkez yönetiminin Taliban’ı hava kuvvetleri yoluyla tehdit etmesi durumunda Kabil’e müdahalede bulunacağını açıkça duyurdu.

Diğer taraftan ise Taliban, yaptığı ilk açıklamalarda komşu devletlere tehdit olabilecek örgütleri topraklarında barındırmayacağı açıklamasında bulundu. Oysa buradan Çin’in Sincan bölgesini hedef alan İslamcı örgütlerin ve Özbek İslamcılarının sınır aşırı hareketlilikleri eskiden beri vardır ve İslamcı yönetimlerin -tıpkı bir zaman İran’da olduğu gibi- işler rayına oturduktan sonraki ilk hamlesinin her zaman etraftaki ülkelere devrim ihraç etmek olduğu bilinmektedir. El Kaide ve IŞİD’in Horasan Vilayeti örgütünün ülkede kendilerine izole alanlar yarattığı bir durumda artık etraftaki bütün ülkeler tehdit altındadır. Anlaşılması gereken şu ki ABD, jeopolitik bir ölüyü İslamcı bir ruhla yeniden hortlatarak özellikle Çin ile Rusya arasında çatışma alanları yaratıyor. Diğer taraftan İran’ın batı sınırlarında anlaşma ile engellendiğini ve doğuya doğru önünün açıldığını da belirtmekte fayda var.

Görülen o ki corona döneminde tarih hızlandığı gibi jeopolitik önemler de hızlıca artıyor ya da tarihsel bir bölge acilen önemsiz hale gelebiliyor. Çünkü büyük güçler için jeopolitik önceliğiniz ancak daha büyük bir jeopolitik öncelik gelene kadardır. Tıpkı Afganistan’da olanlardan izleyebildiğimiz gibi. Bugünlerde ABD’nin Irak ve/veya Suriye’den çekileceğine dair de kulis bilgileri dolaşıyor. Önümüzde Afganistan gibi bir örnek var ve bu bütün Ortadoğu’nun yeniden çalkalanması anlamına geliyor. Peki, Kürtler böyle bir çekilmeye hazır mı?

 

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir