Bölgesel konjonktür İsrail ve Türkiye’yi işbirliğine teşvik ediyor

Dr. Selin Nasi

Azad Altun / İSTANBUL

Avrupa ve Dış Politika Vakfı'nın (Eliamep) Türkiye Programı uzmanı Dr. Selin Nasi, İsrail ve Türkiye ilişkileri için, “Bölgesel konjonktürün iki ülkeyi işbirliğine teşvik ettiği kanaatindeyim” dedi.

Pandemi sonrası dünya önemli gelişmelere tanıklık ediyor. Özellikle Rusya-Ukrayna savaşıyla birlikte başlayan gıda ve enerji krizleri, güvenlik sorunları, bölgesel gelişmeler de dahil olmak üzere, Doğu Akdeniz’den Asya ve Afrika kıtasına kadar uzanan siyasi, ekonomik ve toplumsal sorunların yanı sıra konjonktürel gelişmelerin “düşman ülkeler” arasında bile uzlaşmayı zorunlu kıldığı ve dayattığı bir yeni dönemin eşiğine girdi dünya.

Tam da bu denklemin içinde yer alan ve uzun zamandır ilişkileri kopma noktasına gelen Türkiye ile İsrail arasında bir normalleşme süreci başladı. 2 yılda 4 defa yapılan seçimlerin sonuncusundan Binyamin Netanyahu yeniden zaferle çıktı. Mart 2021’e görevi bıraktığında, Türkiye ile İsrail ilişkileri kopma noktasındaydı. Şimdi ise yeniden hükümeti kurma görevini devraldı.

Türkiye-İsrail ilişkileri üzerine akademik çalışmalar yürüten Avrupa ve Dış Politika Vakfı'nın (Eliamep) Türkiye Programı uzmanı Dr. Selin Nasi, Netanyahu döneminde Türkiye-İsrail ilişkisinin geleceği hakkında K24'ün sorularını yanıtladı.

Geçmişten bugüne baktığımızda, özellikle Netanyahu’nun İsrail’de iktidardayken Türkiye ile ilişkileri iç açıcı değildi. İktidara veda etmeden Türkiye-İsrail ilişkileri neredeyse kopma noktasına gelmişti. Fakat son İsrail seçimlerinde Benjamin Netanyahu yeniden bir zafer elde etti ve hükümeti kurma görevi aldı. Yaklaşık 10 aydır da Türkiye-İsrail ilişkileri olumlu şekilde ilerliyor. Bugün için merak ettiğimiz şey Netanyahu'nun bu zaferi önümüzdeki dönemlerde olumlu-olumsuz Türkiye-İsrail ilişkilerini nasıl etkiler, bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?   

Öncelikle Türkiye-İsrail ilişkileri açısından bu normalleşme sürecini Ankara için biraz daha kolaylaştıran en önemli gelişmelerden bir tanesi, İsrail'de bir evvelki seçimlerde Netanyahu’nun 12 yıllık iktidarına son veren bir koalisyonun gelmesiydi. Eş zamanlı bir şekilde yeni bir Cumhurbaşkanı da göreve başlamıştı (Yitzhak) Isaac Herzog. Yeni cumhurbaşkanının görevini tebrik etmek amacıyla cumhurbaşkanları düzeyinde kurulan telefon görüşmesini takiben ilişkilerdeki olumlu ivmenin giderek hızlandığını, geliştiğini gözlemledik. Şimdi Netanyahu liderliğindeki koalisyonlar döneminde özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Netanyahu arasındaki sürtüşmeler hepimizce malum. Her ikisi de popülist liderlik tarzını benimsemiş liderler ve iki ülke arasındaki anlaşmazlıkları zaman zaman iç siyasette kendi seçmenlerinin mobilize etmek amacıyla kullandıklarını da biliyoruz. Maalesef ki bu durum iki ülke arasındaki ilişkilere pek de olumlu katkı sağlamadı ve tabii şimdi tekrardan Netanyahu’nun yeni ve daha da aşırı sağ, aşırı milliyetçi, aşırı dindar bir koalisyonla iktidara geliyor olması kuşkusuz ki bu normalleşme süreci açısından çok olumlu şartlar yaratmayacaktır.

Netanyahu’nun kabinesinde yer alması beklenen aşırı milliyetçi siyasilerden söz ediliyor. Bu aşırı milliyetçi siyasilerin Türkiye-İsrail ilişkileri üzerinde ne gibi etkisi olabilir ya da olabilir mi?

Özellikle önümüzdeki birkaç gün içerisinde yeni hükümette bu diğer partilerin dindar, siyonist ittifakı da oluşturan aşırı milliyetçi ve fanatik sayabileceğimiz birtakım siyasi figürlerin hükümette hangi rolleri alacağı, hangi bakanlıklarda görev alacağı çok kilit önemde. Çünkü bundan sonraki süreçte İsrail siyasetinin ne yönde seyredeceğini de aslına bakarsanız bunlar belirleyecek. Örneğin bu figürlerden bir tanesi Itamar Ben Gvir ki kendisi daha evvel Kahan ideolojisi ile de yakından bağlantılı olarak ifade edilmiştir. Yani Başbakan Isaac Rabin’in de suikastına vardırılan bu fanatik ideolojiyi savunan kişilerden bir tanesi. Oslo Barış sürecini zaten reddediyor. Ülke içerisindeki Arap vatandaşları terörist olarak nitelendiriyor. Dolayısıyla bu kişiye yani Itamar Ben Gvir’e kampanyası döneminde Netanyahu Polis Teşkilatının yönetimini vermeyi teklif etti. Şimdi böylesi bir durumda Kudüs'te yeni baştan gerginliklerin yaşanabileceğini tahmin etmek çok güç değil. Şöyle bir Ramazan ayını gözümüzün önüne getirelim. Benzer şekilde Bezalel Smotrich’in de bu yönde çıkışları var.

Tabii bu aşırı sağ liderlerle, aşırı sağ partilerle yapılan pazarlıkların bir yönü de Netanyahu hakkında devam eden bir dava süreci var. “Görevi kötüye kullanma”, “yolsuzluk” ve “rüşvet” suçlamalarıyla ilgili davası devam ediyor. Bu davadan hüküm giymesi için birtakım yasaların geçirilmesini amaçlıyorlar ki parlamentonun yargıyı bir şekilde bu yasalar yoluyla daraltıp yargı yetkisini Netanyahu'nun da bu dava sonucunda hüküm giymesinin önüne geçebilecek bir takım siyasi kirli pazarlıklar yapılıyor.

Bölgesel konjonktürlere baktığınızda ne görüyorsunuz; konjonktür bu iki önemli ülkeyi uzun vadeli bir ilişki kurmaya mı zorluyor yoksa tam tersi bir yöne mi?

Geri dönersek, tabii ki İsrail Filistin arasında başlayabilecek herhangi bir tatsızlığa Ankara'nın kayıtsız kalmayacağını öngörmek şu günden mümkün. Ancak geçtiğimiz 10 aylık süre zarfında biz Ankara'nın yine böyle göreli bir şekilde tansiyonun yükseldiği dönemlerde çok daha temkinli dengeli bir dil kullandığını ve diplomatik kanalları da açık tuttuğunu gördük. Şimdi bundan sonraki süreçte biraz da iş, liderlerin bu konuları nasıl yöneteceğinde. Anlaşmazlıkları ve pürüzleri ne şekilde çözmeye çalışacaklarında düğümleniyor. Yani sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ifade etmiş olduğu gibi, eğer ki iki ülkede karşılıklı çıkarlar üzerinden birbirlerinin hassasiyetlerine saygılı bir şekilde bu dönemde ilişkilerini sürdürmeyi başarabilirlerse, normalleşme süreci bence akamete uğramayacaktır ama “tersi de mümkün mü?” derseniz, evet risklerin yükseldiği bir döneme giriyoruz. Ama ben tamamıyla da olumsuz düşünmüyorum. Çünkü bölgesel konjonktürün iki ülkeyi işbirliğine teşvik ettiği kanaatindeyim. Özellikle Rusya'nın Ukrayna'yı işgali, enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi, bölgede İran'a karşı bir denge oluşturulması ve Arap ülkeleri ile İsrail arasında halihazırda gelişen ilişkilere bütünüyle bakıldığında Amerika'nın da aslına bakarsanız bölgeye olan bağlılığının ve belki de askeri angajmanın azaldığı bir dönemde bu iki ülkenin birbiriyle güvenlik çıkarları öyle ya da böyle örtüşüyor. Bu bağlamda da ben öncesinde yani İsrail'deki seçimler öncesinde atılan kurumsal ölçekte bu normalleşme sürecinin pekişmesine alan açtığı kanaatindeyim.  

Enerji, güvenlik ve ticaret bağlamı üzerinden belgesel gelişmelere değinmişken, Türkiye-İsrail ilişkilerinde Amerika nerede duruyor ve bu süreçte nasıl bir siyasi etkisi var?

Amerika'yı burada her zaman için tabii ki Türkiye İsrail ilişkilerinde gölge partner olarak tanımlarız biz; hatta zaman zaman aktif olarak da…  Geçmişten günümüze Türkiye İsrail ilişkilerine baktığımızda Amerika Birleşik Devletleri'ne Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin yakınlaşmasında hep gölge bir partner hatta zaman zaman aktif olarak bu sürecin içerisinde kolaylaştırıcı arabulucu vazifesi rolü oynadığını görmüşüzdür, biliriz, hepimizce malum. Ancak şu dönemde yani belki de Obama döneminden itibaren alırsak; Amerika Birleşik Devletleri hakikaten dış politikada önceliğini ve kaynaklarını ve enerjisini Çin ile rekabeti yürütme üzerine odaklandırıyor. Yani bunun üzerine yoğunlaşıyor. Üstüne üstlük bir de Rusya ile bir mücadele söz konusu; bir yeni Soğuk Savaş katta her an bir sıcak çatışmaya dönüşüp bir Dünya Savaşı'na kayabilecek istikrarsız bir dönemden geçmekteyiz.

selin-nasi-2

Amerika Birleşik Devletleri'nin özellikle Biden yönetimi dönemine şöyle baktığımızda Ortadoğu'da her istediğini yaptırabildiğini söylemek çok güç. Yani bunu Suudi Arabistan'a Biden’in yapmış olduğu ziyaret, Kaşıkçı cinayeti ardından prensle görüşmesi ve oradan almak istediği petrol fiyatlarındaki indirimi alamamış olması tam tersine atılmış olan adımlar. Aslına bakarsanız Amerika Birleşik Devletleri'nin kendi vermiş olduğu sözlerin yani belki de Ortadoğu devletleri ve Arap ülkeleri ile yapmış olduğu o zımni ittifaka ters düşecek birtakım adımlar atılmasının neticesinde bu gelişmeleri biz görmekteyiz. Yani onların o devletlerin güvenlik endişelerini yeterli derecede belki de karşılık verememiş olmasının sonucunda biraz kendi başlarının çaresine bakmak zorundalar. Gerek Obama yönetimini gerek Biden yönetiminin iki demokrat yönetimin de İran'ı sisteme yeniden entegre edebilmek amacıyla canlandırmaya çalıştığı bu görüşmelerde körfez ülkelerinde ve özellikle tabii ki İsrail açısından da hep bir kaşları kaldıran ve endişe ile takip edilen süreçler oldu. Ve bunlar da henüz sonuçlanabilmiş değil. O devletlerin endişesi İran'ın üzerindeki ekonomik yaptırımlar kalktığı takdirde İran'ın bölgede istikrarsızlaştırıcı birtakım faaliyetlere aktarabilecek kaynakları erişecek olması. Bunun önüne geçebilmek için ve Amerika Birleşik Devletleri’nden yeteri kadar da destek siyasi ve belki de askeri anlamda da yeterli destek göremeyen ülkelerin başlarının çaresine bakarak kendi aralarındaki ittifak ilişkilerini safları sıkılaştırma çabası içerisine girdiklerini görüyoruz.

Zaten Türkiye-İsrail yakınlaşmasını ve Türkiye'nin sadece İsrail'e değil Mısır’la da ilişkilerini düzeltmeye çalışmasını da aslında geniş ölçekte bu sürecin bir parçası olarak değerlendirebiliriz. Buna tabii ki ek olarak Türkiye'nin son 10-15 yılda atmış olduğu daha doğrusu dış politika tercihlerinin yaratmış olduğu bir takım sıkıntı ve sonuçlar var. Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki enerji denkleminin veya o işbirliği blokunun dışında kalmış olması; kendi çıkarlarına uygun düşecek şekilde gelişmeleri etkileyebileceği platformlarda temsil edilememiş olması ve bunu da askeri güç kullanarak kamufle etmeye çalışmasının dış politikada yol açmış olduğu birtakım sıkıntılar var. Ülke imajı-profili, batı ile ilişkiler bakımından Türkiye, İsrail ve körfez ülkeleriyle ilişkilerini düzenleyerek aslına bakarsanız bir şekilde bu güç blokunun dışında kalmışlığının, bu yalıtılmışlığının üstesinden gelmeyi kolaylaştırmasını hedefliyor. O bakımdan da evet Netanyahu ile belki Erdoğan yine çok iyi anlaşamayabilirler, birbirlerinden çok hazzetmeyebilirler ancak bu iki ülkenin yakınlaşmasının en azından Ankara açısından bir fayda sağlayacağı görülüyordur diye tahmin ediyorum. Ama tabii şu da bir gerçek, iç politika maalesef ki günümüzde dış politikayı müthiş bir şekilde etkiliyor. Bu da kurumların eski gücüne sahip olmayışı, siyasetinin büyük ölçüde kişiselleşmesi neticesinde, yaşadığımız gelişmeler yani bu popülist liderliğin bir sonucu.

Türkiye ve İsrail’in iç siyasetine dönecek olursak eğer; 2 sağ partinin yani Netanyahu ve Erdoğan’ın taraftarlarının siyasete yön verme olasılığı var mı? Her ne kadar şu anda dengeli bir siyaset yürütülüyor olsa bile, çoğu zaman bu sağ muhafazakâr partilerin seçim zamanlarında kitleleri zerinde etki bırakmak için karşılıklı olarak birbirlerini sert bir dille eleştirdiklerine tanıklık ettik. Sizin de sözüne ettiğiniz şekilde önümüzdeki süreçlerde tarafların kitle baskısı bu 2 ülkenin gelecekteki ilişkileri üzerinde iyi ya da kötü şekilde rol oynar mı?

Net bir cevap vermek maalesef ki güç. Şöyle söyleyebilirim; İsrail algısının Türk kamuoyunda olumluya dönebilmesi için hakikaten İsrail'in Filistin meselesi konusunda daha hakkaniyetli bir tutum sergilemesi lazım. Bunu özellikle daha da aşırı sağ daha da milliyetçi bir siyasi spektruma kaydırıldığını gözlemlediğiniz şu günlerde bu anlamda bir açılım beklemek çok büyük hayalperestlik maalesef. Yani olayların nasıl gideceğini bugünden kestiremeyiz ama şöyle de bir alternatif senaryo gerçekleşebilir: Hakikaten geçmişten çok daha radikal bir şekilde Arap karşıtı, Filistin karşıtı birtakım uygulamalar neticesinde bir başka infialle daha karşılaşabiliriz ve bu noktada tabii ki İsrail'in Arap ülkeleri ile ilişkileri olumsuz etkilenebilir. Türkiye burada tabii ki kayıtsız kalmayacaktır. Çünkü İsrail ile ilişkilerin kurulduğu günden hatta kuruluşunun evveline gittiğinizde Filistin meselesini daima yakından takip etmiştir. Türk kamuoyu Tabii ki bir dindarlık üzerinden Filistin halkının acılarını ve çekmiş olduğu sıkıntılara empati duymaktadır. Yani şimdi bu gerçekliği de yadsıyamayız. Gerek siyasi sol kanatta gerekse sağ parti seçmeni açısından İsrail'e yönelik eleştiriler vardır bulursunuz. Yani emperyalist karşıtı olanlar başka bir gerekçe söyleyeceklerdir dindarlar daha farklı bir gerekçe göstereceklerdir. Bugünden yarına İsrail algısının olumluya dönmesi mümkün değil ama siyaseten AK Parti'nin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bir söylem-anlatı kontrol etme gücünü de göz ardı edemeyiz. Yani “İsrail ile ilişkilerimiz artık iyileşme yoluna girmelidir çünkü bu bizim çıkarımızadır” dediği taktirde kitleleri peşinden sürüklemek ve medyayı da kamuoyunu da buna ikna etme becerisine sahip bir lider.

Netanyahu’dan önceki hükümet Türkiye-İsrail ilişkisinin normalleşmesi için adım attı ve bir süreç başlattı; şimdi Netanyahu çıkıp “bu ilişkiyi ben kurmadım ve ben devam ettirmem” der mi” ne dersiniz?

Bundan sonraki süreçte İsrail siyasetinde ne tarz kararlar alınacak siyaset nasıl devam edecek bilinmiyor. Aksine yeni bir seçim daha görebilirler, hiç belli olmaz. Koalisyon hükümetlerini hakikaten iktidarda tutmak kolay değil. Çoklu partilerle eşgüdümlü siyaset oluşturmak kolay değil. Ama buna sıfır toplamlı oyun gibi bakmamak lazım, çok farklı dinamikler söz konusu. Gerek ülke çıkarları iki ülke açısından ulusal çıkarlar gerekse iç siyasi beklentiler etkili olacak. Ama dediğim gibi normalleşme süreci için bu bir son değil. Bundan sonraki süreçte ben en azından Netanyahu hükümeti açısından yeni adımlar atmaktansa kendisinden evvel başlatılmış bir süreci devralması, yeni bir dosyayı devralmasında daha kolay olacaktır diye düşünüyorum. Yani o süreci başlatan kişi olmaktansa siyasi maliyeti de daha az olacaktır. Bu fırsatı değerlendirip değerlendirmemek de tabii ki Netanyahu’ya kalacak.