
Kurtuluş Baştimar
Author
İvan Desinoviç’in Bir Günü-Aleksandr Soljenitsin

Aleksandr Soljenitsin, hayatı fırtınalarla dolu bir yazar. Hayatındaki fırtınalar o kadar sert ve o kadar ağır ki, hayatı boyunca hep savrulmuştur. Rusya’daki Rostov Üniversitesinde fizik ve matematik eğitimi almıştır. Rusya başta olmak üzere birçok Sovyet ülkesinde öğretmenlik yapmış, evlilikler yapmış ve çocuk sahibi olmuştur. Tiyatroyla da yakından ilgilenmiş bir yazardır. Bir iki tiyatro oyunu yazdıktan sonra İvan Desinoviç’in Bir Günü adlı eserini yayımlatır.
Zaten ne olduysa işte bundan sonra oldu. Eser, bir anda Sovyet Rusya’nın gündemine bomba gibi düştü. Gençten bir adam, bir anda ortaya çıkmış ve Stalin Rusya’sındaki açlığı, yoksulluğu, umutsuzluğu ve insanların günden güne eridiğini sayfalardan haykırmaya başlamıştı. Kitap Rusya’da büyük yankı uyandırır uyandırmasına ancak jet hızıyla bir yasaklama ve toplatma kararı gelir arkasından. Soljenitsin, yıllar sonra çok defa tanık olacağı sürgün ve cezaevi süreçleri ile tanışmıştır artık. Kitabın Rusya’da yasaklanması ve toplatılması, yarattığı etkiyi silemeye yetmez. Öyle ki, Avrupa ve Amerika’da kitap Stalin karşıtı propaganda için muhteşem bir belge olarak kabul edilir. Kitabın Batılı ülkelerde ve Amerika’da yarattığı etki Rusya’dakinden kat be kat fazladır.
Sovyetlere karşı propaganda yürüten ve Stalin’i dünya için büyük bir tehdit olarak gören devletler için Soljenitsin muazzam bir ses vermiştir Rusya’dan. Bu ses çok geçmeden Avrupa ve Amerika’dan duyuldu ve duyulmakla da kalmadı göklere çıkarıldı. Yazdığı eser yüzünden Rusya’da işine son verilen, sürgün edilen ve ilerleyen yıllarda istenmeyen adam ilan edilecek Soljenitsin, Batıda ayakta alkışlanıyordu. Bu kendisini 1970 Nobel Edebiyat Ödülüne taşıyacak olayların da başlangıcıydı. O, artık kendi ülkesinde bir hain, Batı'nın övdüğü kendi ülkesinde ise rejimin hedefi haline gelmiş bir yazardı.
Soljenitsin, Stalin ve Sovyet Rusya’nın politikalarını çok sert bir dille eleştiriyor, Hitler ile girdikleri savaşta ölen Rus vatandaşlarının sorumlusu olarak Stalin’i Hitler'le bir tutuyordu. Hatta daha da ileri giderek, bu itirazlarını Stalin’e yazdığı bir mektupta dile getirmiştir. 1970 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'nü alır ancak Sovyet baskısı ve korkusu yüzünden ödülü almaya gidemez. Yıllar sonra yazacağı, Sibirya işçi kamplarındaki Sovyet Konsantrasyonunu sert ve gerçekçi bir dille ortaya koyduğu Gulag Takım adaları ise Fransa’da yayımlanır. Ülkesini küçük düşürdüğü gerekçesi ile vatandaşlıktan kovulur ve ülke dışına sürülür. İlk olarak İsveç’e gider ve Nobel Edebiyat Ödülü'nü alır ve sonrasında Fransa, Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) yazmaya ve yaşamaya devam eder. Amerika’nın Vietnam’a yaptığı müdahaleyi destekler. Sürgünde daha çok yüklenir Sovyet yönetimine ve Rus halkını açlığa ve sefalete mahkum ettiklerini üst perdeden bağırır.
1962 yılında yayımladığı İvan Desinoviç’in Bir Günü romanı ise, romanın ana karakteri İvan üzerinden bizlere işçi kamplarındaki yaşamı anlatır. Soljenitsin, adeta usta bir yönetmen gibi İvan Desinoviç’in gözlerini zapt etmiş ve bizlere onun gözünden işçi kamplarındaki hayatı izletir. Kampta insanların hikayeleri o kadar canlı ve yakındır ki, işçi kamplarında duvar ören, yemek sırasına giren, gözetleme kulelerini izleyen, sanki İvan değil de bizmişiz gibi. İnsanların umutlarının, uzun ve sonu gelmeyen cezalar verilerek gönderildikleri kampta günden güne nasıl erdiğini, umut etmenin gönlü yoran bir yüke nasıl dönüştüğünü görürüz. Balık kılçıkları ile dolu bir çanak çorba, lapa pirinç ve bir bardak tütün, kaput ve keçenin zaman zaman insan hayatından nasıl önemli olduğunu yaşarız resmen. Sovyet Hükümetinin yazılı kuralları vardır bu kampta elbette. Ama bir de yazılı olmayan, mahkumların kendi aralarında geçerli olan ve hatta kamp yasalarından da üstün denilebilecek yazılı olmayan kurallar vardır. Kalk kampanası vurulduğunda, Sibirya soğuklarını öylesine anlatır ki Soljenitsin, yataktan eksi 30 derecede çıkmak istemeyen mahkumların yerinde hissederiz ayazı ve karı. Yükselen gözetleme kuleleri, dikenli teller, kaburgaları çıkmış, avurtları çökmüş insanların her gün ve durmadan nasıl çalıştırıldıklarını, duvar ördüklerine tanık oluruz.
İnsanların özlem duyguları neredeyse yok edilmiştir. Kampın yükselen duvarları arasında hayatta kalma gayesinden başka amaçları olmayan bu insanlar, dışardaki inşalardan ve ailelerinden de umudu kesmişlerdi. Ne zaman çıkacakları belli değildir. Cezası bitenleri de başka bir çalışma kampına sürgün ettikleri haberleri yayılır kampta. Kısacası gelecek, bir ur gibi, işe yaramayan bir uzuv gibi kesip atılmıştır kamp mahkumlarının hayatlarından. Günleri saymak, kampa ilk gelenlerin ilk zamanlarda yaptıkları ve sonradan unuttukları bir durumdan başka bir şey değildir. Dua etmek bile içlerinden gelmez. "Dua etmek, bir şikayet dilekçesidir reddedilebilir veya karşılık bulmayabilir. O yüzden, biraz fazla yemek çıksın, çalışma şartları daha da iyileşsin diye dua etmek manasızdır. Bu sıradan işlerin Tanrı nezdinde bir kıymeti olmadığı için, ruhların kurtulması için edilmelidir dua" der Soljenitsin, bir karakterinin ağzından. İstiflenmiş ranzalarda, barakalarda geçen dışarıyı görebilme umudunu zamanın budadığı bir alanda insan olarak kalabilme zorluğu…
*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.