Karl Marx ve Kürtler

Kurd24

“Marx, 1864'te Birinci Enternasyonal'in açılış konuşmasında şu sözleri sarf eder: ‘Polonya’nın parçalanıp paylaşılması üç büyük despotik askeri gücü (Prusya, Avusturya ve Rusya) birbirine bağlayan harçtır. Yalnızca Polonya’nın yeniden doğuşu bu bağları koparıp, Avrupa halklarının toplumsal kurtuluşunun önündeki en büyük engeli ortadan kaldırabilir. Avrupa İşçi Partisi Polonya’nın kurtuluşunun belirleyici bir önem taşıdığı kanısındadır; Enternasyonal İşçi Derneği’nin ilk programı da Polonya’nın yeniden birleşmesini işçi sınıfının bir siyasal hedefi olarak tanımlar. Peki, Polonya’nın kaderine işçilerin partisinin böyle özel bir ilgiyle yaklaşmasının nedenleri nedir? Her şeyden önce, kendisini ezenlere karşı bitmez tükenmez ve kahramanca bir kavgayla kendi kaderini tayin etme ve ulusal özerklik elde etme konusunda tarihsel haklılığını kazanmış bulunan bu baskı altındaki halka olan sempati gelmektedir, kuşkusuz. Enternasyonal İşçi Partisi’nin Polonya ulusunun kurulması için can atıyor olmasında en ufak bir çelişki yoktur. Tam tersine ancak Polonya bağımsızlığını tekrar kazandıktan ve özgür bir halk olarak kendi kendini yönetebilmeye başladıktan sonra; ancak bundan sonra kendi iç gelişmesi tekrar başlayabilir ve böylece Avrupa’nın toplumsal dönüşümüne bağımsız bir güç olarak katılabilir.’ Bu cümlelerdeki Polonya terimini Kürdistan diye, Prusya, Avusturya ve Rusya terimlerini de Irak, Suriye, Türkiye diye okuyabileceğimi hissettim.” Böyle diyor tarihçi Ayşe Hür.

“Elbette tarihte hiçbir olay, hiçbir toplum birbirinin tekrarı değildir. Ama aynen Polonyalılar gibi Kürtlerin de ulus-devletlerini kurmadan kendi iç gelişmesini (sınıf mücadelesini) başlatmasının imkânsız olduğuna kanaat getirdim.

Bu arada Türkiye Kürtleri Cumhuriyet tarihi boyunca hep Türkiyelileşme projesine yatırım yapmışlar. Elbette Marksist anlamda değil. Türk tarafı (siyasisiyle, elitiyle, halkıyla) bunu anlamamış ya da anlamazlıktan gelmiş. Hala da Türkiye Kürtlerinin esas projesi Türkiyelileşmek.

Bu terim sınıfsal bir imada bulunmuyorsa da bana saygı duymak kalıyor. Lenin'in halkların, kendi kaderlerini tayin hakkı uyarınca. Marx'ın 158 yıl önce Polonyalılar için söylediğimin MAALESEF Kürt meselesi için geçerli olduğunu düşünmek zorunda kaldım.

Yani eylemsel olarak Türkiyelileşme taleplerini destekliyorum, teorik olarak ise ayrılmalarını (her ne kadar bu yönde bir iradeleri yoksa da)… Yanıldığımı söyleyebilirsiniz beni iknaya çalışabilirsiniz”

Ayşe Hür’ün samimiyetle söylediği her şey çok kıymetlidir bu bahiste. Ve belki de İttihatçı ve Kemalist algının ideolojik hegemonyası önemli ölçü de kırılıyor tespitini yapmak için bize güzel bir veri sunuyor. Türk cephesinden Kürt meselesine bakılınca, önce İttihatçılık, sonra Kemalizm, yaygın bir monopol anlatı kurdu. Devletin ve dolayısıyla milletin tekliğini, söylemin merkezine alan bu egemen ideoloji, sırf egemen oldukları için herkese bir salgın hastalık gibi sirayet etmeyi başardılar.

Karl Marx’ın Polonya realitesi için 1864 de söyledikleri 1916 yılında yapılan Sykes-Picot Antlaşmasından sonra Kürdistan için de söylenebilir. Ama kimse söylemedi. Hatta belki de Kasrı Şirin Antlaşmasından bu yana da aynı şey ileri sürülebilirdi. “Kürt realitesini tanıyoruz” diyenler zaten bu bağlamı kastetmiyorlardı. Ezilen ulus ve sömürge uluslar bahsinde kalem oynatanların derdi de bu realite değildi. Bugün de aynı zihniyet işbaşında. Kürt sorununu toptan demokrasi sorununa indirgeyenler hala meselenin Marx tarafından altı çizili bağlamının dairesinde değildirler.

Oysa tersini söylemek belki çok daha doğru bir işe işaret etmek olur. Türkiye demokrasinin temel sorunu Kürt sorunudur. Kürt sorununu çözmeden demokrasi meselesini çözmek neredeyse imkansızdır.

Dünya elbette Karl Marx’ın yaşadığı ve gözlemlediği, dolayısıyla analiz edip kuramsal tespitlerde bulunduğu o dünya değil. Aradan geçen 150 yıllık süre, bir dizi şeyi daha net anlamamızı sağladı. Marx'ın teorik öngörülerinin deyim uygunsa pratiğini yaşadık ya da bize o pratikler miras kaldı. Bu yanıyla dünya hakkında Marx’tan daha fazla bilgiye sahip olduğumuzu söylemek ne haksızlık ne de abartı sayılmamalı.

Ama bazı şeyler nitelik olarak değişmiyorsa, o meseleler ilk günkü hallerini korurlar. Kürt’ü Kürt olarak ve bütün haklarıyla, demokrasi levhasının yol haritasının başına almadan, aradan bin yıl geçse bile, gerçek bir demokrasiye ulaşılamaz. Menzil hal çok uzak. Çünkü zihinler hala flu ve bulanık.

 

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir