Sınırsız Ülke-Bir göç romanı

Kurd24

Mehmed Uzun kitaplarını okuduğumda, Ahmet Kaya şarkılarını dinlediğimde sürgün ve göçle ilgili öğrendiğim ilke şey şu oldu; bir insan iki defa çocuk olur. Birincisi sürgüne gittiğinde, ikincisi de sürgünden döndüğünde. Şimdi bu gerçeği daha güncel, daha evrensel bir sorun üzerinden bizlere sunan bir eserle bir kez daha yaşayacağız. Kolombiya asıllı Amerikalı yazar Patricia Engel’in Sınırsız Ülke adlı romanı.

Sınırsız Ülke, otobiyografik unsurlar taşıyan bir eser. Bunu söyleyerek başlamak gerek. Bu da, onun ne kadar gerçekçi ve toplumsal yönü ağır basan bir eser olduğunu ortaya koyuyor. Peşine düşülen bir umudun, daha insanca yaşanabilecek şartların, bir nebze de olsa rahatın peşinden gidişin hikayesidir Sınırsız Ülke. Ama sadece bu kadar değil. Bir insan doğup büyüdüğü, en güzel ve en zor günlerini yaşadığı, en aç ve en huzurlu uykularını tattığı, kısacası yaşadığı ülkesinden neden ayrılmak zorunda kalır? Bunun cevabını veriyor bize Patricia Engel. Ülkesinin sınırlarını terk ettikten sonra savrulmanın, kök salamamanın yankılarını duyarız. Mutlu ve daha yaşanılabilir olacağına inandığımız bir hayatı kaçak bir kimlikle kovalarız. Belgesiz olmak, bir varlığının olmaması demektir. Savrulduğun ülke eline bir kimlik tutuşturana kadar bir değerin yoktur. Çalışamazsın, barınamazsın ve bir insanın sahip olması gereken haklar ile terk edip geldiğin ülke mesafesi serilir. Bir ailenin Kolombiya’dan Amerika Birleşik Devletleri’ne uzanan öyküsü üzerinden göçün, mülteciliğin ve parçalanmış hayatların resmini çizer bizlere Sınırsız Ülke.

Göç, bütün dünyayı kasıp kavuran ve neredeyse bütün devletlerin ana gündem maddesi olmuş bir gerçeklik. Eserin diline, kurgusuna dair teknik konularda yorumlarım olacak ancak ben daha çok Patricia Engel’e bu romanı yazdıran politik gerçeklikten bahsetmek istiyorum. Zira edebiyat bir başkaldırıdır ve tohumunu asilik toprağına salarak boy verir. Kendi halinde yaşayan, az şeyle mutlu olan insanların hayatı bir anda değişir. Bu değişim kişilerin tercihlerinden dolayı olsa da çoğu zaman ülkelerindeki politik durumlardan kaynaklıdır. Bu insanları topraklarından göç etmeye zorlayan en büyük etken de diğer devletlerin politikasıdır hiç şüphesiz. Nasıl mı? Yeraltı kaynakları, politik anlamda tehlikeli kabul edilen bir hükümet ve çoğu zaman da bütün devletlerin zaafı olan toprak genişletme politikası. Evet, işte masum insanları yerinden yurdundan edenler yine en azılı canavarlar olan devletlerdir. Anadolu’da bir söz vardır; ‘’Ocağın sönsün.’’ Evin yıkılsın, düzenin bozulsun anlamındadır bu kullanılan söz. Devletler, kendilerinden kilometrelerce uzakta ve kendi hallerinde yaşayan bu insanların ocaklarını söndürüp, sonra kendilerine sığınmasını beklerler. Bunu yaparken de insan haklarının, göçmen haklarının en yıkılmaz savunucuları addederler kendilerini. Sınırsız Ülke, kendini güvenceye almış, bakımlı bir bahçe oluşturmuş bir Avrupa ve Amerika resmediyor. Çok bakımlı bir bahçe ama bu bahçenin bir orman içinde ve onu giderek saran, çevreleyen tehlikeli bir orman olduğunu unutuyor. Savaşın yıkıp yerle bir ettiği, enkaz yığınının ortasında sitede sürülen bir yaşam misali. Bir yerde okumuştum, bu orman içindeki bahçeyi yutacak. Demokrasi ve hukuku sadece kendi insanına sonuna kadar sağlayıp, dünyanın geri kalanında olan göçü, savaşları ve her türlü kaosu sadece endişe ile izlemek bu sonu hazırlayacak. İşte Sınırsız Ülke romanı, bu ormandan kaçıp o bahçeye ulaşmak isteyen insanların hikayesidir. Dili oldukça sade. Amerikan Edebiyatının bir klasiği bu sadelik desek abartmış olmayız. Son olarak o muhteşem cümle ile bitirelim: ‘’ Belki de ulus ya da vatandaşlık diye bir şey yoktur; belki sadece aile ve sevgi adına haritalara çizilmiş bölgeler, yani sınırsız bir ülke vardır.’’

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.