Duvarların ardındaki tutuklu zarafet

Kurd24

Emmy Hennings, Dada akımının kurucuları ve en önemli temsilcilerinden birisi. Ona hitap edebilmek için birçok unvan var elbette. Her şeyden önce Emmy, bir Kabare sanatçısı ve sahnelerde yükselen bir güneş. Büyük bir şair ve yazar. Ama en önemlisi o bir kadın. Sistemin yok saydığı, çiçeklerle süslü başı hiçbir zaman eşitlik çizgisine erişememiş kadınlardan biri.

Hapishane romanı, Hennings’in ilk romanı. Süslü ve ağır betimlemelerden uzak, gerçekçi ve duru bir anlatımın baş döndüren kokusunun sayfalarca hüküm sürdüğü bir roman. Roman, Hennings’in bir sahne almak üzere Almanya’dan Paris’e doğru yola çıkması ile başlıyor. Hennings, Almanya’da o dönem devam eden bir davası nedeniyle, yurtdışına sahne almak için çıkışını masum ve kalıplara sığmayacak bir dürüstlükle Alman polisine bildiriyor. Evet, dediklerinizi duyar gibiyim; bu kadar da saflık olur mu? Bunu Alman polisi de böyle düşünüyor ve Hennings, daha ülkesinden ayrılmadan tutuklanıyor ve cezaevine konuyor. Bir kadın ve cezaevi. İşte o yıllar sonrasına ışık tutacak, yüzyıl önce yazılıp ikiyüz yıl sonra bile geçerliliğini koruyacak bir romanın doğumhanesi ve onu doğuracak kadının buluşması böylece gerçekleşiyor. Bu zamana kadar sahnelerde yer alan, şiirleri ile insanlara yön gösteren bu kadın, şimdi duvarların arasına hapsedilmiş, susturulmuş, sesleri kısılmış bir kitlenin sesi soluğu olacak, duvarların ardındaki bu sesi dünyaya duyuracaktı. Öyle de oldu. Hennings, muazzam gözlem gücüyle, içerdeki kadınları gözlemler. Polisler arasında cezaevine getirilen, kadının zayıflıklarını, umudunu ve dayanma gücünü de gerçekçi bir şekilde ortaya koyar. Çikolata çaldığı için tutuklanan kadınların, her şeyini bir adama adayan ve sonrasında terk edilen kadınların, metreslerin ve politik suçluların resimlerini birer birer işler elindeki fırça ile hapishane duvarlarına. Her yaşamın saklandığı bir sığınak vardır, boy vereceği ve yeşereceği günü bekleyen bir sığınak. İşte hapishane, yıllar sonrasına ışık tutacak yaşam tohumlarının saklandığı bir sığınaktır aslında.

İkinci dünya savaşı sonrası yazılmış Hennings’in ilk romanı, bugün bile kadınlar açısından cereyan eden birçok olayı anlatmıyor mu? Film yapan, roman yazan, insan haklarını savunan binlerce içerdeki kadın, halen Hennings’in Hapishane romanının konusu olabiliyorsa, bu bize yasaların yüzyıllar geçse de hiçbir zaman ezilmişten, emekçiden ve kadından yana işlemediğini ve asla işlemeyeceğini gösteriyor. Kadınlar, padişahların tahtlarını, diktatörlerin rejimlerini, ataerkil düzenin taşlarını yerle bir edecek bir direnişi ve başkaldırı ruhunu doğurmaya, büyütmeye ve beslemeye muktedir oldukları için susturulmalıdır. Bugün bile durum aynı değil mi? İran rejmi, Nobel barış ödülü kazanan Narges Mohammadi neden cezaevinde?  Aslı Erdoğan neden sürgünde? Çiğdem Toker, Hennings’in yaptığı bir dürüstlükle, Almanya’daki filmi için Türkiye’de devam eden davası için geldiği ve tutuklandığı için cezaevinde değil mi?  Vietnam’ın ödüllü yazarı ve insan hakları aktivisti, Pham Doan Trang  neden cezaevinde? Bunun cevabını Hennings, Hapishane romanında veriyor: Ben tutukevinin avlusunda kaldırım çiçeği kadın ve genç kızların, hani galip gelirken kendini yenilmiş ilan edecek kadar zarif olan şu kızların yüzlerinde gülümseyen üstünlüğü gördüm. Bu zarafet, kalın duvarlar arasına hapsedildiğine göre tehlikeli olmalı.

Bu romanı orijinaline yakışır bir sadelik ve titizlikle çevirdiği için Çağla Vera Kılıçarslan’a emeklerinden ötürü teşekkür etmek isterim. Ayrıca Kor yayınlarına da böyle bir eseri Türkçe’ye kazandırdıkları için minnettarız.

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.