Güneşteki adamlar- Gassan Kanafani

Kurd24

Bu hafta sizlerle çok önemli bir eseri paylaşacağım. Bir solukta okunan ancak yıllar geçtikçe anlaşılan ve yazıldıktan sonra yazılmaya devam eden bir roman; Güneşteki Adamlar. Evet, romana geçmeden önce yazar, insan hakları savunucusu ve Marksist bir entelektüel olan Kanafani’yi tanıyalım. Kendisi, Arap asıllı bir Hristiyan ve sosyalisttir. Filistin hakkındaki düşünceleri, söylemleri ve çalışmaları geniş kitlelerce takip edilen bir yazardı. Böyle olduğu için, İsrail istihbaratı Mossad tarafından hedefe konmuştu. Kanafani, İsrail devletinin bir politikası olan insanları yerlerinden etme ve göçe zorlama politikasına sert bir şekilde karşı çıkan güçlü bir fikir adamıydı.  Ona göre, bir insanın yaşadığı topraklardan asla ve asla vaz geçmemesi gerekiyordu. Zulüm ve baskı karşısında toprağını terk eden insanlar, o topraklara sadece turist olarak dönebilirlerdi ve Kanafani bunu çok iyi biliyordu. Onun için direniş ve mücadelenin sözcüsü oldu. İsrail devletinin istediği kadar özgürlükten bahseden bir yazar olsaydı ne şiş yansın ne kebap diyen bir gazeteci olsaydı, Mossad tarafından hedef alınmayacaktı belki de.  Arabasına yerleştirilen bir bomba ile çocukları ve eşinin gözü önünde paramparça olarak hayata veda etti bu büyük yazar.

Güneşteki adamlar, sürgünde yaşayan üç adamın, bir kaçakçının yazıhanesinde yollarının kesişmesi ve umutlarla dolu refah hayalleri ile dolu bir ülke olan Kuveyt’e kaçak olarak gitmek üzere olan Ebu Kays, Mervan ve Esad’ın hikayesini anlatır. Kaçakçı olarak onları Kuveyt’e götürecek olan kişi ise Ebu’l Hayzuran adında, hadım olan bir kişidir. Hayzuran, bu üç arkadaşı kızgın çölü geçirmek için aramadan muaf olan su tankerli bir araca koyarak Kuveyt’e kaçak olarak götürmek üzere yola çıkarır. Zaman çok önemlidir. Gece serinliğinde yolculuk yapmak mümkün değildir çünkü devriyeler vardır. O yüzden kızgın çöl sadece kavurucu sıcakta geçilmelidir. Kanafani, Filistin halkının değişmeyen kaderini o kadar usta ve sade bir gerçeklikle anlatır ki, o kamyonun içinde buluruz kendimizi. Terleyen üç mülteci değil de biziz sanki. Kamyon kızgın çölde ilerlerken bembeyaz iskeletleri ezmemek için manevralar yapar. Bu iskeletler, kızgın çölü aşamayıp ölen ve cesetleri çürüyen insanlardır.  Bu üç insan, üç umuda sarılan kimsesiz, yurtsuz insanlar kontrol noktasına yaklaştıklarında Ebu’l Hayzuran, onların tankerin içine girmelerini söyler ve dakikalar içinde sınırı geçeceklerini söyler. Ancak olmamıştır. Geri döndüğünde üç mülteci tanker içinde sıcaktan boğularak can vermiştir bile. Artık şimdi sadece ölü birer ceste taşımaktadır tankerin içinde. Çölün kızgın sıcağına inat buz gibi ve kaskatı kesilmiş üç ceset. Ruhları ile birlikte daha rahat bir yaşam umudu da göç etmiştir bedenlerden. İşte tamda bunu anlatır Kanafani, ne olursa olsun terk edilmemesi gerektiğini anlatır bizlere. Ve Hayzuran’ın ağzından bütün bir Filistin halkının içine gömüldüğü sessizliğe isyanı duyarız; neden tankerin duvarlarına vurmadınız, neden ses çıkarmadınız? Neden?  Tankerin ya da su tankının duvarları bugün ki Filistin’i çevreleyen ablukaya ve o tankerin içinde sessiz sedasız ölen insanların ölümü de bugün Filistin’de dünyanın gözleri önünde sessiz sedasız ölen Filistin halkının ölümüne ne kadar da benziyor değil mi? Kaçakçı, cesetleri çöplerin olduğu yere bırakır. Tıpkı bugün, İsrail devletinin soykırım suçu işleyerek katledip toplu mezarlara doldurduğu gibi.

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.