Sisli havada röveşata

Kurd24

Suriye krizinin başlamasından bu yana kesintiye uğrasa da Türkler ve Esad rejimi arasında görüşmelerin yapıldığı bilinmekteydi. Reuters, Rusya’nın ev sahipliğinde MİT Başkanı Hakan Fidan ile mevkidaşı Ali Memlük’ün Moskova’da bir araya geldiğini duyurduğunda bütün bu hengâmede yeni bir evreye geçildiği de aşikâr edilmiş oldu.

Bir gün sonra Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, terörle mücadelede Suriye’ye desteklerini sürdüreceklerini belirtirken Suriye devletinin tüm toprakları üzerindeki egemenliğini yayması gerektiğine de dikkat çekti. Çok geçmeden Suriye ordusu ve hükümeti destekleyen güçlerin Halep’te muhaliflere yönelik bir operasyon hazırlığı yaptığını geçti ajanslar ve rejimin şehrin doğu ve batısına ağır silahlar yığdığı ve şehrin kuzeyine yöneldiği bildirildi.

Suriye krizini takip edenler rejimin Halep’ten muhalifleri 2016’da yoğun bir güçle süpürdüğünü, kalanların da 2018’de Anadan-Haritan-Hamrah hattına ve anlaşmalı olarak İdlib bölgesine çekildiklerini bilir. Halep şehir merkezinde ise Şeyh Maksud adıyla bilinen büyük Kürt mahallesi halen YPG öncülüğündeki Demokratik Suriye Güçleri’nin elinde. Şubat 2012’de Halep Kürtleri burada özerklik ilan etmişti. Savaşın şiddeti Halep’ten büyük bir Kürt nüfusunu göçerttiyse de topraklarını terk etmeyen hatırı sayılır bir nüfus da var.        

Russia Today’ın geçtiği haberlerde Türk-Suriye istihbarat yetkililerinin Kürtlere yönelik, Fırat’ın doğusunda bir operasyonu tartıştığı yazıldı ve fakat operasyonun neye karşılık, nereleri kapsayacağı konusundaki muamma sürüyor. Ne var ki üzerinde konuşulan konunun Kürt kazanımları ile alakalı olduğu, YPG ile ortak mücadele üzerinden şekillendiği, özellikle ismi saklı yetkililere dayandırılarak çeşitli kanallar üzerinden sızdırılıyor: Türkiye ve Suriye, Kürtlere karşı ittifak halinde.  

MOSKOVA’DA OYUN BİTMEZ

Putin’in sırf Türkleri diğer alanlarda yanında tutmaya dayanan stratejisi gereği denediğini düşündüğümüz Libya’daki taraflar arasında ateşkes girişimi, Libya Ulusal Ordusu Komutanı General Halife Hafter’in anlaşmayı imzalamadan Moskova’dan ayrılmasıyla sonuçlandı. Hafter’in anlaşmayı imzalamaması konusunda ABD ve Arap dünyasının büyük bir desteğinin olduğu biliniyor. Türklerin, Hafter’i sert bir dille tehdit etmesine rağmen, birçok konudaki müttefiki Rusya’nın herhangi bir yorumda bulunmaması ise Hafter’e zımni bir destek olarak yorumlanabilir.

Türkler, Rojava’ya yönelik yaşadıkları hezimetten sonra şimdi Libya’da da işlerin ters gittiğine şahitlik edecek. Çünkü Türkiye’nin Libya ile ilgili girişimi de tam olarak Akdeniz Gaz Havzası denkleminden kovulması ve buna karşılık Güneybatı Kürdistan’da konum kapma girişiminin ABD ve Rusya tarafından boşa çıkarılmasına dayanıyor. Türkiye’nin Serêkaniyê’ye işgal girişimi sırasında Fırat’ın batısındaki milislerini Fırat’ın doğusuna kaydıracağı söyleniyordu; oysa şimdi Fırat’ın doğusundaki teröristlerin çoğunun Libya’ya taşındığı görülüyor.

Libya ile kurulacak bir münhasır ekonomik bölge hayali kuran ve burada Osmanlı’nın çöküşüyle kaybettikleri Kuzey Afrika hâkimiyet alanı ile ilgili bir kazanım umudu taşıyan Türklerin, Putin-Esad’ın oyununa geldiğini söyleyebiliriz. Neticede gizli bir görüşme basına sızdırılarak ifşa edildi ve Türkiye’nin anti-Esad bloktan koparıldığının görüntüsü verildi. Türkiye’nin, Beşar Esad'a terörist dediği bir noktadan Esad ile aynı masaya oturduğu bir siyasete savrulması artık çok açık.

TÜRKLERE KARŞI ARAPLAR

Güneybatı Kürdistan’ın meşhur generali Mazlum Abdi kendisi ile yapılan bir televizyon söyleşisinde Mısır’a övgüler dizdi. Mazlum, Mısır’a Türklere karşı duruşları sebebiyle teşekkür ederken Arap dünyasının lideri olarak kendilerinden daha fazla inisiyatif almalarını beklediklerini söyledi. Bu akıllıca siyaset, Türklere bir gözdağı vermenin yanında Kürtlerin Türk yayılmacılığına karşı Araplar ile iyi ilişkiler geliştirilmesi politikasını haklı olarak takip ettiklerinin ifadesiydi. Kürtler yüzyıl önce kapıldıkları Osmanlı’yı kurtarma hastalığı gereği neticede devletsiz kalmışlardı. Görüldü ki aklı olan Kürtler, Türkiye’yi kurtarma telaşına düşmüyor.

Aynı günlerde Rojava’nın deneyimli ismi Salih Müslim verdiği bir mülakatta Kasım Süleymani’nin öldürülmesinin Suriye’deki milisleri zayıflatacağından ve Suriye’nin bu zayıflamadan dolayı Kürtlerle anlaşmaya daha kolay razı olacağını söylüyor. Oysa kaçırılmaması gereken nokta, aslında Rusya’nın da İran’ın Suriye’deki etkisinden rahatsız olduğu ve etkisinin azaltılmasını istediğidir. Beşar Esad’ın Araplar, ABD ve AB ile ilişki kurmak için İranlılardan kurtulması gerektiği bir sır değil. Yani Süleymani’nin öldürülmesi aslında Rusya-Esad’ın elini Suriye’de güçlendirecektir. Bu, Kürtlerin güçleneceği yahut Esad’ın Kürtlere karşı zayıflayacağı anlamına gelmiyor. Zaten Türkiye-Suriye arasında Kürtlere karşı girişilen ortak tutum da bunun ilerde de böyle olmayacağını gösteriyor.

İMRALI’DA TÜRKLER, KANDİL’DE ACEMLER, KAMIŞLO’DA KÜRTLER

Bu gergin ve puslu hava haber sızdırmalarıyla çeşitli pencereler açarken PKK’ye dair de net olmayan bazı bilgiler dolaşıma sokuldu. Bunlardan ilki Murat Karayılan’ın gözaltına alındığı iddiasıydı ve haber yalanlanmasa bile haberin bir devamının gelmediği görüldü. Diğeri ise İran konusunda uzman bazı gazetecilerin Twitter hesaplarından Öcalan’ın PJAK / KODAR’a, İran’a karşı savaşmamaları gerektiğine dair bir mektup yolladığıyla ilgiliydi. Her ne kadar PKK’ye yakın kaynaklar mevzubahis mektubun 2010 yılına ait olduğunu söylese de Güney ve Güneybatı Kürdistan’ın Süleymani’nin ortadan kaldırılmasını olumlayan görüşlerine karşın Kandil yahut İmralı’nın meseleye dair sessiz duruşu bir rızasızlığın da göstergesi olarak yorumlanıyor.

Burada önemli nokta PKK liderliğinin Kandil’den Rojava’ya kaydırılmasıyla ilgili bir süredir konuşulan durumdur. Türkiye ve İran’ın Kamışlo’ya karşı Kandil’in güçlenmesinden yana olacağını kestirmek güç değil. ABD tarafından kendisine generallik rütbesi taltif edilmiş olan Mazlum Abdi’nin güçlü bir aktör olarak Kürtlerin birliğini esas alması doğal olarak Suriye ve Rusya’nın da işine gelmeyecektir. Bu yönüyle asılsız haberleri bir tarafa bıraksak da yakın zamanda bu seyri izleyen bazı gelişmelerin olacağı tahmin edilebilir; İmralı’dan yeni bir Öcalan fotoğrafı alabilir, bir süredir sessizliğe gömülen Kandil’den peş peşe güçlü adımların seslerini duyabiliriz. Türkiye ve İran’ın kendi aralarındaki mezhepsel ve hakimiyete dair çekişmelerine rağmen Kürtlerle ilgili politikalarının örtüştüğü bir sır değil. Türkiye’nin dünyaya İran karşıtlığı görüntüsü vererek petrol ithalatını kıssa bile bu, onun Kürtlerle ilgili politikalarda İran ile romantik bir noktada buluşmasını engellemiyor. Buna karşın Kürtlerin, Kürdistan merkezli bir siyaset geliştirmeleri artık politik bir gereklilik değil yaşamsal bir zorunluluk.

ABD ve Koalisyon güçlerinin bölgedeki tek güvenilir müttefikleri elbette Kürtlerdir ve bu güçler Kürdistan’da kendileri için güvenlikli bir alan oluşturuyorlar. Buradaki oluşumun liderliğinin bir kısmının dahi olsa Türkiye-İran eksenindeki/etkisindeki İmralı ve Kandil’den yerele, yani Rojava’ya aktarılması onlar için tabii olandır. Zira bütün bu olayların başında Öcalan kendisinin bu büyük projeyi kabul etmediği için Türkiye’ye teslim edildiğini söylüyor ve ABD, PKK’nin üstündeki İran etkisinin zayıflatılması için Kandil’deki liderlerin başına milyon dolarlık ödüller koyuyordu. Onun için Türkiye etkisindeki İmralı’dan böyle bir yaklaşımın gelmesi de Kandil’den bunu destekleyici bir tutumun alınması da şaşırtıcı olmamalıdır. Hangi durum gerçekleşirse gerçekleşsin Süleymani sonrası durumda taşların yerinden oynayacağı bir kesinlik içeriyor.

Suriye’den Libya’ya, Moskova’dan Kamışlo’ya sisli havada oynanan çok takımlı, çok kaleli bir maçı kör seyirci timsali el yordamıyla anlamaya çalışıyoruz fakat maçın sonunda bir taraf kesinlikle daha çok kaybetmiş olacak. Kürdistan’ın kazanımlarının önümüzdeki süreçte daha çok ete kemiğe bürüneceğini göreceğiz fakat önemli olan bu maçta mümkün olduğunca az gol yemek. Bunun tek yolu da Kürtlerin stratejilerini ortaklaştırmasından geçiyor.

 

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.