Akıl ve estetik değil, akıl ve fizik kazandı

Futbol ilahları sanırım henüz şenlikli, neşeli ve ironik futbolun cazibesine hazır değil. Hala asık suratlı ciddiyet, büyük değer taşıyor

Ali Fikri Işık

Kırk yıllık yorumculuk hayatımın yanılgıya en yakın yumuşak karnını masaya yatırırsam, kesin bir isabetle, oyuncu psikolojisini çok ciddiye almadığımı söylemeliyim. Ve galiba bu yaklaşım, benim en büyük yanılgım, beynimdeki acı verici ur durumunda.

Elbette deplasman fobisinin ne anlama geldiğini biliyorum. Elbette ağır ve yabancılaştırıcı taraftar etkisinin oyuncuyu nasıl etkilediğini tahmin ediyorum. Benim kavramakta zorlandığın esas mesele, sadece deplasman etkisinin ötekileştirici, ağır baskısı değil, oyuncunun kendi rızasıyla kendi taraftarına yabancılaşması durumudur. Kazanma arzu ve isteğinin ağır bir baskıya dönüştüğü, prangalı haldir.

Oyunun ikinci yarısında özellikle de 2-0 öndeyken, Ajax’ın şaşırtıcı biçimde dağılmasının bundan daha iyi ve tatminkar izahı olmaz diye düşünüyorum. Mauricio Pochettino’nun ikinci yarıda sahaya sürdüğü Fernando Llorente ile Erik Lamela’nın büyük dağılmanın failleri olarak onların yaptıklarını varsaysak, önemli bir şey söylemiş olmayız. Llorente’nin, takımı daha çok ilerde tuttuğu doğrudur. Sırf bu yüzden Ajax defansının orta saha bloğundan koptuğunu söylemek de doğrudur. Hatta Llorente’nin mixser etkisinin Lucas Moura’ya üç gollük alan yaratığını ileri sürmek de yabana atılacak bir düşünce değildir.

Ama bunların hepsinden daha baskın ve öte neden, Ajax’ın psikolojik eşiğinin dağılmaya çeşne tutan zayıflığıydı. Maçın ilk yarısında Ajax, ezberine aldığı bütün iyi işleri neredeyse kusursuzca uyguladı. Real Madrid, Juventus ve Tottenham maçlarında ortaya koyduğu korkusuz, agresif ve rakip oyuncunun top kontrolüne izin vermeyen yaklaşımı, ikinci yarıda sanki tatile çıktı ve stop etti.

Oysa Ajax, sözünü ettiğim maçların tümünde, şahane alan daraltmış, ikinci topları kazanmak için hem çok adamla topun olduğu bölgede çoğalmış ve top kapmak amacıyla yaptıkları her hamle, rakibin topla buluşmaya çalıştığı o nazik anlara hep denk gelmişti. Salt bu nedenle Ajax kaptırdığı her topu çabuk geri alıyor ve rakibe ne alan ve ne zaman bırakmıyordu.

Dik açılı paslar kolay yan pasa dönüşmüyor, ilk pas dikine olmasına rağmen ikinci pas mutlaka yatay bir koşu alanı ile buluşuyordu. Bu model, hızla alan katetmeye, ilerde çoğalmaya ve çoklu pres yapmaya çok elverişli hale getiriyordu oyun planını. Defanstan asla kör ve amaçsız vuruşlar çıkmıyordu. Defans vuruşları çok sağlam ve isabetli olduğu için Ajax, çok hızlı biçimde kontratak geçişleri yapıyordu.

Ama her nedense kendi evinde ve maçın ikinci yarısında dağılan ve baskı yiyen ve bu baskından kurtulamayan bir Ajax gördük. Baskıdan çıkamayan her takım, önce kendi ürettiği psikolojik baskının altında eziliyor demektir. Baskının bir kısmını rakibin yetenek ve hünerine yorsak bile, üç golle sonuçlanan böylesi baskıların altında genellikle tek neden vardır. Zayıf psikolojik zihin. Zihni yeterince açık olmayan her takım, kendi psikolojisinin kurbanı olur. Dün gece Ajax da aynı trajedinin kurbanı oldu.

Akıl ve estetik değil, akıl ve fizik kazandı. Futbol ilahları sanırım henüz şenlikli, neşeli ve ironik futbolun cazibesine hazır değil. Hala asık suratlı ciddiyet, büyük değer taşıyor.