Entelektüeller ve Politikacılar

Kurd24

Devletsiz toplumlarda da devletin uğramadığı toplumlarda da doğal bir sonuç olarak ihtisaslaşma ve buna bağlı olarak teşekkül etme / kurumsallaşma meydana gelmez. 

Köy yerinde herkes, ihtiyaç duyulan herşey konusunda zorunlu olarak bilgi sahibiyken şehir denilen şeyi ondan ayıran temel özelliklerden biri, alanların birbirinden bağımsızlaşması ve her alanda başka ustaların ortaya çıkmasıdır. 

Ustalık sadece işini iyi yapmanın değil, kalabalığın ve gelişkin bir sivil yaşamın da varlığının işaretidir. Zira ne kadar çok insan, o kadar çok meslek dalı ve o kadar çok usta demektir. Bir yerde köşkerliğin kalitesini oradaki ayakların sayısı belirler. Şehirdeki doktorun geleneksel hekimliğe galebesi, birikmiş tecrübenin bir aradalığıyla ilgilidir. Ne kadar çok hasta o kadar çok tıp bilgisi ve o kadar çok iyi doktor. 

Kasabalarda ise durum içiçe geçmiştir; bu yüzden sünnetçi ile berber yahut kasap ile elektrikçi aynı kişidir. Bu, iki-üç mesleği aynı anda yapan tek kişi demek olduğu kadar aslında hiçbir mesleği tam olarak yapamayan “usta”nın da varlığı anlamını gelir. 

Biz Kürtler gibi devletsiz toplumlarda da Türkler gibi gelişmemiş devletli toplumlarda da bu kasaba ruhu hakimdir. Herkes herşey olmak zorunda bırakılmıştır ve ihtisaslaşma meydana gelemediği için alanların tümünde feci bir boşluk vardır. 

Daha iyi anlaşılması için bir örnek: Dünyada tanımlanmış 42.000’den fazla meslek vardır. Türkiye’de ise bu sayı yaklaşık 500’dür. Türkiye’de meslek liselerinde sadece 45 branşın eğitimi verilirken mesela Almanya’da meslek liselerinde eğitimi verilen branş sayısı 600’den fazladır. 

Aslında olan, şunu yapabilenin öbürünü de yapmaya çalışmasıdır. Bu yüzden bir dönem kabinede Milli Eğitim Bakanı iken, diğer dönem Savunma Bakanı olmak yahut uzmanlık alanı İlahiyat Bilimleri olanın Adalet veya Sağlık Bakanı olarak atanması ancak buralarda görülebilir şeylerdendir. Daha kötüsü buna itiraz etme bilincinin olmayışıdır. 

 Kürtlerde durum daha fecidir çünkü paye ile pespayelik sadece birbirine karışmamış, bunu belirleyen bir kurumun olmayışı bu durumdan yeni hastalıkların doğmasına sebep olmuştur. Hâsılı kendini tamamlayan bir döngü halinde ortaya çıkan şey, artık süreklilik arzeden aynı maddi ve toplumsal arızaların giderilemez hale gelmesini ortaya çıkarmıştır. Bunun aşılabilmesi için de hakiki bir toplumsal devrime ve meslek bilincine ihtiyaç vardır. 

Fakat toplumsal kurtuluş iddiamız da bundan nasibini almıştır ve bir eliyle reçete yazan doktor, diğer eliyle ilaç veren eczacıya, iğne vuran hemşireye veya ambulans şoförüne dönüşmüştür. Hasta artık daha hastadır ve ölüme yakındır. Herşeyi ben bilirimciler ve herşeyi ben yaparımcılar bu toplumun üretimleridirler. Bu trajik durum bir handikapı beraberinde getirir. “Neden bu haldesin?” sorusuna verilecek tek cevap kalmıştır: “Çünkü bu haldeyim”.

Halkının mevcut problemine çözüm bulması gerekirken dünyadaki tüm halkları kurtarma sevdasına girişmek de politika üretmesi gerekirken hikaye kitabı yazıp şarkı besteleme yahut kendini stand-upçı sanma eğilimi de bununla ilgilidir. Okuduğu berbat çevrilmiş üçbeş felsefe kitabıyla felsefenin son üstad-ı azamlarını aştığını söylemek de, hatırı sayılır bir okur-yazar kitlesinin buna inanması da. Kötü bir eğitimle ortaya çıkmış ve kendini yarı-kentli olarak gören güruhun bu tutumu, aslında tam bir kasabalılık örneğidir: biraz ondan, biraz şundan, biraz da bundan.

Bizdeki bir başka sorun da yine kurumsallaşma düzeyinin (buna devlet/leşme aklı da denebilir) düşüklüğü sebebiyle entelektüel kodlara sahip zihinlerin politik birer figür olarak ortaya çıkışlarıdır. Zira tüm sosyal kurumları çökmüş bir milletin itiraz bilinci ancak onların ruhlarında saklı kalmıştır. 

Şu an herşey çok berbat ve biz Kürtler asla işler kötüyken isyan etmeyiz. İyi darbeler, durumlar iyileşme eğilimi gösterdiğinde gelir. Oysa entelektüeller, muhtevanın şiddetine bakmaksızın bilinç ve tepki üretimine odaklanmışlardır. Onlardaki sorun, politize edilerek hadım edilmiş bir toplumda anlaşılır tek dil siyaset olduğu için, itiraz için de tek yolun politika oluşundadır. Bu tabii ve kesin bir başarısızlık doğurur çünkü. Ta ki hakiki politikacılar ortaya çıkana ve entelektüelin düşüncesini omuzlarına alarak anlaşılır bir yol çizene kadar. 

Entelektüel, her zaman anlaşılmaz olandır. Hatta anlaşılırlık, onun kıyametidir. Oysa politikacı, ayrı anlamlarda kullanarak söylemeliyim ki retorik (söz) ve belagat (söz ile ikna) ustasıdır. Biri iyi düşünüp bunu çoğu zaman söze dökemezken, diğeri doğru olmayan bir düşünce için dahi doğru karşılıklar bulup ikna edebilendir. 

Entelektüelin görevi doğru olanı aramak ve bunu göstermekken, politikacının görevi halkını doğru yoldan götürebilmektir. Biri akıl iken diğeri tutkudur. Biri kuşku iken diğeri kuşkuya yer bırakmamaktır.

Entelektüel vahşidir ve vahşiliği oranında özgürdür çünkü etrafına örülen kurala tabi değildir. Oysa politikacı evcil olmak, medeni olmak, kurallara uymak zorundadır. Entelektüelin duruşu insanları teskin etmemek, onlarla uzlaşmamak üzerine kuruluyken politikacı sükunu sağlamak ve uzlaşmak zorundadır çünkü sorumludur. Biri uyumsuzken diğeri uyum yaratmak zorundadır. Biri sürekli amatör olmak (ve dolayısıyla nasıl olacağını düşünmek) zorundayken diğeri profesyonel olmak dışında seçeneği olmayandır. 

Entelektüel kamu faydası için krizi derinleştirmek, uçurumu büyüterek kopuşu sağlamak zorundadır. Hele de Kürt meselesinde. Oysa politikacı krizi yönetmek ve en az zararla bunu savuşturma eğilimindedir. Çünkü entelektüel her zaman “sürgün, marjinal, ve yabancı” iken politikacı yerli, genel ve tanıdık olmalıdır. 

İşlerin doğası birbirinden bu kadar ayrıyken, birbirine zıt iki karakteri ancak kasaba ruhlular ve bizim gibi devletsiz toplumlar birarada yaşayabilir. Fakat biz talihsiz bir kuşağız. Çünkü entelektüellerin siyasetçi olmak zorunda kaldığı, değilse bile politik bir karşılık bulmak zorunda olduğu, kendisini politikleşmiş kitlelere anlatma gereği duyduğu; gerçek politikacıların ise neslinin tükendiği bir zamana denk geldik. 

Bunu aşamaz, entelektüel bilgiyi anlaşılabilir, uygulanabilir ve ulaştırılabilir kılacak politika teknokrasisi oluşturamazsak işimiz zor. 

Gerçekten çok zor!