3 bildim 1 yanıldım

Kurd24

Açık yüreklilikle ifade edeyim ki seçimlerle ilgili tahminlerim tutmaz. Bazen kantarın topuzunu öyle bir kaçırırım ki hâlihazırdaki seçimin değil, geçmiş ya da gelecekteki bir başka seçimin sonuçlarını söylerim.

Yanılma payım, her ne kadar anket şirketlerinin yanılma payı kadar olsa da doğruyu tutturmamamın matematik, istatistik, seçmen eğilimini bilmemekle değil, devletin nasıl bir adım atacağını kestirmemekle ilgili olduğunu her seçim yeniden tecrübe ediyorum.

Bu yüzden seçim öncesi gırla ortaya atılan tahminleri, seçim atmosferinin ortaya çıkardığı heyecanlı duruma kendini kaptırarak iddaa kuponu dolduranları, takım elbise kaybedenleri gülümsemeyle karşılarken rakamlarla konuşmayı seçim sonrasına bırakmaya çalışırım.

Geçmiş senelerden tecrübeli olduğum için bu yıl rakam vermedim ama yine de öne sürdüklerimde kısmen yanıldım. İktidar değişmeyecek, Erdoğan kendisi bırakmadıkça gitmeyecek demiştim, öyle oldu. Daha seçim sürecinin ilk günlerinde, Abdullah Gül’ün de adının karıştığı ortak aday tartışmalarında, muhalefet böyle devam ederse seçimler Erdoğan’ın meşruiyetinin tescili olacak demiştim, öyle oldu. Milliyetçi cephe savaşa hazırlanıyor, meclis onlara teslim edilecek demiştim, öyle oldu.

İki partili sisteme gidiliyor ve HDP baraj altına itilecek demiştim, öyle olmadı. Sahadaki veriler, analizlerim bu yöndeydi ama yanıldım.

Ortaya çıkan sonuç bu yanılgıya rağmen beni şaşırtmadı çünkü seçim, tarafların tümünün itiraz edemeyeceği şekilde tasarlandığı ziyadesiyle görülüyor. Sandıkların ilgası yahut sonuçların devletin temel politikasına göre yeniden şekillendirilmesi her ne kadar demokratik zeminin ortadan kalktığının göstergesi olsa da, bu, devletler için demokratik zeminin zemininin yani müesses nizamın korunmasına dair bir reflekstir.

Kısa zamanda çok iş başaran Muharrem İnce ve despotizme muhalif milyonların eninde sonunda gelip çakıldığı, sonuçları kabul etmek zorunda kaldığı refleks budur.

Unutulmamalıdır ki sandıklar milletin değil, devletindir.

Ara ara küçük demokrasi deneyimleriyle bölünmüş dahi olsa aslında Türkiye, bir askerî vesayet ve diktatöryal demokrasi geleneği oluşturmuştur. Siyaset ve ülkenin yönetim anlayışı da tümüyle bu Jakoben ideolojinin yansıması olarak kurgulanmıştır. Geçmişte Atatürk, Milli Şef ve Paşam olan şey, bugün de farklı formlarda arzı endam etmektedir.

Bu sistemin kendisinde bir tutarsızlık yoktur; sorun, sistemin bu olduğunu her seferinde unutan kitlelerdedir.Son yüz elli yıldır olan şey, demokrasiye geçiş denemeleridir.

Muhalefet de seçim sonuçlarını kabul ettiğine, onca seçim ihlaline rağmen sonuçları değiştirebilecek ölçüde bir itiraz olmadığına göre ancak mevcut olanın bir değerlendirmesi yapılabilir.

Kürdistan meselesi eksenli bakıldığında dikkat çekici iki şey öne çıkmaktadır.

İlki, bu mecliste Kürtlerin sesinin çıkamayacağıdır. Her ne kadar HDP baraj üstü olmuşsa da HDP’deki Kürt temsili dibe vurmuştur. Zira bu partiden seçilen vekillerin sadece dörtte biri şimdiye kadar Kürt hareketi olarak piyasa yapmış olan toplamın asıl gövdesindendir.

Örneğin; Kürt nüfusunun en çok bir arada bulunduğu bir sürgün şehri olan İstanbul’da seçilen 12 vekilin hiçbiri Kürt değildir ve adaylar Avcılar-Bağcılar-Yenibosna’dan oy alsa da adayların kendisi Kurtuluş-Cihangir-Kadıköy’dendir.

Leyla Zana’nın yerine Filiz Kerestecioğlu’nun, Osman Baydemir’in yerine Sezai Temelli’nin, Ahmet Türk’ün yerine zamanında ona atılan yumruğu savunan Erkan Baş’ın ‘Kürtlerin’ temsilcisi olacağı bu dönem, temsil kabiliyeti düşürülmüş bir temsilin göstergesi olacaktır.

Kürt siyasetinde “Türkiyelileşme”, halk nezdinde kabul görmese de temsilde meyvelerini vermiştir. Tüm oyunu hala Kürtlerden alsa da (CHP’den emanet oy iddiaları bir gerçeği yansıtmıyor) HDP, artık bir Türk partisidir zira bu kadar çok “Türk” vekil, MHP’de dahi yoktur.

İkinci önemli nokta, meclisteki Türk milliyetçilerinin etkinlik alanı ile ilgilidir. Hem bir önceki seçime göre oyunu korumuş olan MHP’nin hem de MHP’den ayrıldığı halde yine neredeyse MHP kadar oya ve milletvekiline sahip olan İYİ Parti’nin bu dönemdeki tavrı, Kürt meselesi açısından tehlike çanlarının çalmasına sebep olacaktır.

İktidar, nedamet getirip Kürtlerle iyi ilişkiler geliştirmek istese dahi bu iki partinin bir giyotin gibi Erdoğan’ın ensesinde olacağını görmek zor olmasa gerek. Yeni uzlaşmada meclisin dizginleri milliyetçilerin eline verilmiş; kontrol mekanizması da hem iktidar ortağı olan müttefik, hem de karşı safta bulunan muhalif üzerinden kurgulanmıştır.

90’ların meclis dağılımı ve hükümet ortaklıkları incelendiğinde iki ayrı dönemde bu tarz bir yapılanmaya gidildiği ve bu dönemlerde Kürdistan’da dehşetli zamanların yaşandığı görülecektir. Faili meçhullerden köy yakmalarına kadar her şey tam da böylesi bir dönemde cereyan etmiştir.Açıkçası yeni ve daha büyük bir şiddet dalgasının yayılacağı düşüncesindeyim. Değilse bile Kürtlerle ilgili olumlu gelişmeler, yeni ‘barış’ süreçlerine geri dönülmesi, Güney Kürdistan ile Türkiye arasındaki ilişkinin normalleşmesi artık daha zor olacak ve daha uzun vakitler alacaktır.

 

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.