Zorlanan sınırlar ve Türkiye’nin geleceği

Kurd24

Brexit, Kıta Avrupası ile Anglosaksonlar arasındaki yüzlerce yıllık çelişkilerin son halkası olarak gerçekleşti ve Britanya, Avrupa Birliği’nden ayrıldı. Ortaya çıkan yeni durum uluslararası dengelerin de yeniden kurulmasını zorunlu hale getiriyor. Almanların AB’deki gücü ve liderliğinden rahatsız olan İngiltere’nin ayrılığı, birliğin elini zayıflatıp dengesizlikler yaratırken iki yeni duruma da kapı açacak gibi görünüyor. Bunlardan ilki güçsüzlüğünü telafi etmek isteyen AB’nin Türkiye ve Rusya ile ilişkilerini yeniden düzenlemek durumunda kalması; ikincisi ise Anglofon ülkelerin yani İngiltere, ABD, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda arasındaki birliğin güçlenerek daha belirgin hale gelmesi olarak özetlenebilir.

Dengelerdeki değişimlerin baş döndüren bir hızda sürmesi ve tarihsel dönemeçlerde her oyuncunun her an yeni bir hamleyle oyunu yeniden kuracak hale getirmesi iç içe geçmiş birçok durumun tespitini de güçleştiriyor. Sözgelimi Suriye krizinde kaçınılmaz olarak karşı karşıya gelen Türkiye ile Rusya arasında ipler gerilirken Libya’ya silah ambargosunu delen Türkiye’nin kınanmasını öngören İngiltere’nin teklifi yine Rusya ve Çin’in ortak kararıyla veto edilebiliyor. Diğer taraftan Türkiye ile AB’nin diplomatik ilişkileri tarihlerinin en kötü günlerini yaşarken ikili arasındaki ticari ortaklık herhangi bir zarar görmeden seyrediyor. Zira çok oyunculu, çok cepheli ve çok katmanlı bir oyun oynanıyor ve her taraf günün sonunda kazançlı çıkmayı umuyor.  

SURİYE’NİN DÖNÜŞÜ

Suriye, Rusların da desteğiyle M4 ve M5 karayollarını ele geçirmek üzere başlattığı operasyonda İdlib şehrinin alınması için son stratejik yerler olarak bilinen Marat Annuman ve Serakib’i ele geçirdi. Suriye’nin kararlı ilerleyişinin devam edeceği görülüyor ve İdlib’in de çok yakında alınacağının anlaşılması üzerine Türkiye, AB ve ABD dâhil diğer tüm taraflar için de alarm çanları çalmaya başladı.

Durumun ciddileşeceği geçen ay Türkiye’ye yapılan iki ziyaretin medyayla paylaşılan içeriklerinden de anlaşılıyordu. Hem ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’in hem de Almanya Şansöylesi Angela Merkel’in Ankara ziyaretlerinin büyük bir kısmı bu meseleye dairdi. Merkel, Avrupa’ya geçmesi muhtemel mülteci göçüne yönelik endişesi sebebiyle bu ziyaretin önemine defalarca vurgu yaparken Türkiye’de dibe vuran demokrasi ve artık kabarık bir dosyadan bile fazla olan insan hakları ihlallerine dair de Türkiye’nin durumunu da ele aldı. Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, ilk kısma dair Almanya’nın 20 milyon euro ve İdlib’de 25.000 evin yeniden inşasını taahhüt ettiğini açıkladı. James Jeffrey’in ziyaretinin perde arkasındaysa ABD’nin siyaseti ve Esad’a karşı denge politikası gereği desteklenen ve eski El Kaideci gruplardan El Nusra’yı da barındıran Heyet Tahrir el-Şam’ın yenileceğinin anlaşılması yatıyor.

Bu gelişmeler Suriye’nin ilerleyişine rağmen İdlib’de yahut Türkiye sınırında bir tampon bölgenin işareti olarak okunmalıdır zira Erdoğan çok geçmeden Ukrayna’ya bir ziyarette bulunarak Rusya’nın Kırım’ı ilhakını tanımadıklarını beyan etti. Bu, “Ona karışma buna karışmayayım” siyasetinin tezahürüdür. Ziyaretten saatler sonra İdlib’e askeri takviyesi sırasında Türk askerlerinin Suriye tarafından vurulduğu açıklandı. Bu sert cevaba rağmen Tayyip Erdoğan’ın Ukrayna ziyaretinin ve askerî anlaşmaların, Türkiye’nin Rusya’ya karşı elinde kozlar olduğunu hatırlatması olarak okunabilir (Hatırlanırsa eğer daha önce de Türkiye, Ekümeniklik meselesinde Ruslara karşı Ukrayna’yı desteklemişti).

UKRAYNA VE YUNANİSTAN

ABD ve AB tarafından zaten sadece bir kart olarak tutulan ve zamanı geldikçe kullanılan Ukrayna’nın Türkiye için de bir kart olması şaşırtıcı olmamalı. Fakat Ukrayna ve dolayısıyla Kırım meselesi Rusya için oldukça önemli; çünkü Rusya’nın savunma hattı tam da buradan başlıyor. Türkiye’nin 200 milyon TL tutarında yapacağı söylenen askeri yardımları veya işbirliği anlaşmaları Türkiye-Rusya ilişkilerinde bir gerginliğe sebep olsa da bunun Suriye meselesi sebebiyle büyük bir etki yaratmayacağı aşikârdır. Bu sebeple Türkiye-Rusya ilişkilerinin çok hızlı bir şekilde bozulmasını beklememek gerekir.

AB adına Almanya’nın etkin rol aldığı bu dönemde Fransa, Türkiye ile Yunanistan arasındaki gerginliğin giderilmesi amacıyla Akdeniz ve Ege Denizi’ne savaş gemisi gönderme kararı aldı ve çok geçmeden de Fransız De Gaul gemisi bölgeye geldi. Bu, aynı zamanda mülteciler için yolların kapatılması ve Ege’den yapılacak göçlerin kontrollü hale getirilmesi anlamına geliyor. Zira Yunanistan artık göçlerden bunalmış durumda ve Dublin Antlaşması’nı dahi uygulayamaz hale gelmişken Doğu ve Batı Akdeniz’de Türkiye ile mücadelesini kararlı bir şekilde sürdürmek zorunda.

TÜRKİYE’NİN SINIRININ SINIRI

Diğer taraftan, Türkiye’de gündeme getirilmeye çalışılan Avrasyacılığın temellerinin ne kadar zayıf olduğunu görmek açısından önemli gelişmeler olduğu söylenebilir. ABD-Çin arası rekabet ve komşusu olduğu için de daha derinden hissettiği Rusya’nın son yıllardaki açılım hamleleri arasında Türkiye’nin, Avrupa Birliği dışında bir alternatifi olmadığı ortadaydı. Türkiye’nin bütün bu süreçte Avrasyacılık adı altında Rusya’ya yanaşarak Batı dünyasından bir ayrılık yaşaması varlık sebebini ortadan kaldıracağı için beklenemezdi.

Türkiye’de özellikle darbe girişimi sonrası çokça konuşulan Şanghay İşbirliği Örgütü, Doğu Bloku ve diğer tartışmalar etrafında geliştirilen teoriler de bir süredir rafa kaldırılmış görünüyor. Kanımca Türkiye’nin yapmaya çalıştığı şey tarafların fazla olduğu bu ortamda kendi çıkarlarına yönelik bazı sınır genişletme girişimlerinden ve ömrünü uzatmak için çırpınmaktan başka bir şey değil. Ne var ki artık Güneybatı Kürdistan, Doğu Akdeniz ve en son Kuzey Afrika gibi çatışma alanlarında yapabileceklerinin sınırlarına ulaştığı söylenmelidir. İçte ve dışta iyice tükenmiş Türkiye’nin biraz nefes almak için önündeki tek seçenek Avrupa Birliği ile yeni bir yol tutturması olarak görünüyor ki AB de buna ihtiyaç duyuyor. AB ile yeni süreç Türkiye için ABD-Çin-Rusya gerginliklerini dengelemenin yanında güvenli bir liman oluşturacaktır.

Bir müdahaleyle karşılaşmadan gerçekleşirse bu durumun dış siyasetle birlikte iç siyasetin yeniden düzenlemesini de beraberinde getireceğini unutmamak gerekir. Yeni kurulan partilerin AB müktesebatlarının gereğine göre siyasi çerçeveler oluşturacağı, mesela Selahattin Demirtaş’ın izlediği siyasi hatta HDP’nin yolunun yeniden açılacağı, İmralı’yla görüşmelerin yenileneceği ve Ergenekoncuların hiç değilse bir süreliğine devletten tasfiyesinin gündemde olacağı öngörülebilir. Bu rahatlama ortamı kısa vadede olumlu görünse de Kürtlerin kendi başlarına varlık iddiasını biraz daha dipten baltalayacaktır.

KÜRDİSTAN ABD’NİN İŞARETLİ ALANI

AB süreci ile birlikte Türkiye’nin tehdidi altında olmaktan kurtulacak diğer iki alan da Kürdistan’ın güney parçaları olacaktır. İdlib meselesi sonrası Suriye’nin yöneleceği bölgenin kaçınılmaz olarak Güneybatı Kürdistan olacağı söylense de askeri anlamda bu çok fazla bir şey ifade etmiyor. Zira ABD, Güneybatı Kürdistan’ı kendi alanı olarak işaretlemiş durumdadır. Jeffrey de son açıklamalarında YPG/DSG ile çekilme sonrası, kaldıkları yerden devam ettiklerini ve işbirliklerinin sürdürüleceğini açıkça ifade etti.

Diğer taraftan ABD, Güney Kürdistan Hükümeti ve Barzani üçlüsü liderliğinin de katkısıyla Suriye’de Kürtlerin birliğini sağlama noktasında önemli adımlar atıyor. Rojava siyasetimizi belirleyen yeni bir aktör olarak General Mazlum’un yapmaya çalıştıkları henüz çok yavaş olsa da önemli adımlar içeriyor ve ENKS’nin bölgeye dönüşü iki tarafın da ihtiyaçlarını karşılayacaktır. Zira PYD, anayasa görüşmelerinde kesinlikle diğer kardeşleri olmadan süreçte herhangi bir rol oynayacak durumda değildir. Jeffrey’in ENKS ile görüşmesi bu anlamıyla es geçilemeyecek önemdedir.

 

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.