Avrupa bunalımına virüs etkisi

Kurd24

Covid-19’un önlenemez yükselişi ve küresel boyuttaki etkisi süregelen bazı tartışmaların üzerini örterken diğer taraftan fiili içeriklerle bu tartışmaların sonuçlarını kaçınılmaz hale getiriyor.  

Yıllardır liberal demokrasilerin çöküşe geçtiği ve dünyada otoriterliğin, güç politikası yanlısı liderlerin ve sağ popülizmin yükselişte olduğu biliniyordu. Bu durumun eninde sonunda küreselleşmenin sonuna geldiğimizi aşikâr etmesi ve yeniden ulus-devletlerin güçleneceği, etnik ve dinsel aidiyetlerin diğer ideolojik ve küresel referanslardan daha önemli hale gelecek bir süreci açığa çıkarması kaçınılmazdı.

Bugün ABD, Rusya, Çin ve son olarak İngiltere'de ortaya çıkan iktidarlar dünya ölçeğinde nasıl bir değişim olduğu gerçeğini gösterdi. Avrupa’da da merkez siyasetlerin yerini almaya hazırlanan ve farklı gelecek fikirlerine sahip aşırı sağcılar neredeyse tüm ülkelerde yükselişte ve AB’nin geleceği onların iktidarında veya hiç değilse güçlü muhalefetlerinin üreteceği stres altında belirlenecekti ve fakat beklenmedik şekilde yayılan bir virüs beklenen değişimleri hızlandırdı. ABD-Çin çekişmesinin gerçekleştiği meydan olan Avrupa artık virüsten en büyük zararı görecek alan olarak bir süredir yaptığı tartışmaları zorunlu olarak hayata geçirmek durumunda kalabilir.  

Hatırlanacağı üzere Şubat ayında gerçekleştirilen Münih Güvenlik Konferansı’nın bu yılki başlığı “Batısızlık / Westlessness” kelimesiydi. Ne dediği tartışmaya açık olan bu kelime “Huzursuzluk / Restlessness” kavramından türetilmişti. Bu vurgu AB içindeki huzursuzluğun doğrudan bir ifadesine, değişen dünya siyasetinde Avrupa’nın konumunun dağılışına ve birlik içindeki kırılmalara işaret ediyordu. Gerçekten yekpare bir Batı olmadığı iması taraflarca cesur bir şekilde tartışıldı ve artık dünyanın giderek daha az batılı hale geldiği ifade edildi.

Konferansta Batı değerleri olarak tanımlanan insan hakları, serbest ekonomi, basın ve fikir özgürlüğü, eşitlik gibi değerlerin dünyada önem kaybettiği ve böylece Avrupa devletlerini yeni bir uluslararası strateji belirlemeye zorlayacağı tezi öne çıkmıştı. Riskler ve tehditler içinde ele alınan bu tartışmada Batı projesinin çürüyüşünün temelinde Batı’nın artık eskisi kadar batılı olmadığı gerçeğinin yattığı taraflarca vurgulanmakla kalmadı, Batı’nın batı temelli perspektiften uzaklaşması gerektiği Almanya Cumhurbaşkanı Frank Walter Steinmeier’in sözlerine dahi yansıdı. Steinmeier, Batı’yı dünyayı Batılılaştırmak fikrinden vazgeçerek Çin, Rusya ve diğer bölgesel güçlerle yeni, gerçekçi bir dış politikanın benimsendiği bir ilişki kurmaya çağırdı.

Bunun anlamı ABD-SSCB geriliminin yükselttiği bir alan olarak Avrupa’nın, ABD-Çin arasındaki rekabette kendisi için yeni bir kader çizmesiyle ilgilidir. Bu elbette bir kutupsuzluk olarak yorumlanamaz ama Avrupa’nın dış politikayla ilgili önceliklerini Çin ve Rusya’nın son yıllardaki eğilimleri bağlamında oluşan risk algısına göre yeniden biçimlendirme isteği zorunludur. Öyle ki artık ABD, açık seçik bir şekilde Çin’e karşı düşmanca bir tavır geliştiriyor ve ortaya çıkabilecek riskleri paylaşmak isterken diğer taraftan kendi liderliğinin Avrupa tarafından yeniden benimsenmesini dayatıyor. AB her ne kadar NATO tarafından Rusya’dan ciddi bir şekilde korunuyorsa da ABD bir süredir AB’ye bir müttefik gibi davranmak yerine onu bazı problemlerle uğraştırarak kendine bağımlı halde tutmaya çalışıyor.

Batı kavramının son 70 yılda bir tür Amerikancılık anlamına da geldiği düşünüldüğünde Brexit ile birlikte geleceği iyice karmaşıklaşan Avrupa ülkelerinin, ABD’den bağımsız hareket etme girişiminin aynı zamanda fikirsel bir inşayı da zorunlu kıldığı görülecektir. Fakat Macron'un deyimiyle, "Fransız-Alman eğilimi artık orta sınıflar için bir gelecek perspektifi sunamıyor. Avrupa, giderek geleceğe inanmayan bir kıtaya dönüşüyor".

Ama ne yazık ki bu durum sadece Avrupa için bir geleceksizlik anlamına gelmeyecek. Batısızlığın yükselişi, mesela Kürtlerin geleceğini egemenlikleri altında tutuldukları devletlerin demokratikleşme ihtimaline endekslemiş siyasetlerin çöküşü gibi olumlu sonuçlar ortaya çıkarabileceği gibi, Kürtlerin bir bütün olarak daha da baskı altına alınabilmesine de zemin hazırlayacak. Zira Batısızlık, aynı zamanda işgalci ve otoriter rejimlerin varlığının güçlenmesi anlamına da geliyor. ABD’nin özgürleştirici iddiasına karşın AB’nin mevcut ikircikli durumu, önümüzdeki günlerde de bir sorun olarak önümüze çıkacak. Batı’nın bu kararsız halinin sürmesi ve koronavirüs meselesinde görüldüğü üzere karmaşa halinde kendisini bile koruyamayacak hale düşüşü jeopolitik bir iflası hızlandırdığı gibi diğer taraftan ister olumlu ister olumsuz olsun onun bizim geleceğimizin doğrudan bir belirleyeni olduğunu bize bir kez daha hatırlatıyor.

 

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.