Biden, Trump ya da Kürdistan’ın geleceği

Kurd24

Geçen yüzyılda haritaların yeniden şekillendirildiği üç önemli durak vardı. Her iki dünya savaşı ve Sovyetlerin çöküşü, bağımsızlıklarını bekleyen uluslar için tarih sahnesine çıkma imkânı yarattılar. Osmanlı’nın baskıcı emperyalizminden kurtulan Ortadoğu’nun Arap devletleri; dekolonizasyon sürecini başarıyla tamamlayan Afrika ülkeleri ile Birinci Dünya Savaşı’nın getirdiği boşlukla işgale uğrayan Kuzey Afrika-Levant hattı ve Sovyetlerin demir perdesinin çürümesiyle kendi kaderlerinin kalemini eline alan Doğu Avrupa ve Asya ülkeleri…

Kürtler, bu üç süreci de iyi değerlendiremedi.

Ne Berzencî’nin Kürdistan Krallığı, ne İhsan Nuri’nin Agirî Cumhuriyeti ne de Qazî Mihemed’in Mahabad merkezli Kürdistan Cumhuriyeti uzun ömürlü olamadı.

1991’de Irak’ın çökertilmesiyle birlikte ortaya çıkan Güney Kürdistan Hükümeti ise o dönemde Irak karşısında cesaretsiz davranarak bağımsızlığa yanaşmadı; oysa dünya o günlerde bağımsızlık ilan eden bütün devletleri tanımaktaydı. Kanımca bu üç süreçte de Kürtlerin önünü bir şekilde tıkayan şey, dünyadaki değişimleri okuyamama sorunuydu.

Görünen o ki gene benzer bir sürecin içinden geçiyoruz. Parçası olduğumuz bölge yeniden dünyadaki hegemonya savaşının jeopolitik konusu haline geldi. Son beş-on yıldır Kürtlerin ve Kürdistan’ın dünya politiğinde ses bulmasının sebebi de tam olarak buna dayanıyor.

Kürtlerin kendi ülkelerinin bu jeopolitik konu olma durumunu anlaması, yani güçler arası çekişmelerde tarafların çelişkilerini takip etmesi, bilmesi, farkında olması ve lehlerine oluşabilecek durumları değerlendirmesi gerekiyor. Fakat onlar uzun bir süredir kendi müşkül halleriyle fazladan içe çekilmiş durumdalar. Oysa Kürtler, anlamlandırmakta zorlandıkları yerel politik kurumların davranışlarından ziyade, örneğin Çin-Hindistan sınırındaki çatışmaya veya ABD’deki bir siyahinin polis tarafından katledilmesiyle başlayan olayların dünya politiğine etkilerini ve bu politik dönemeçlerin Kürdistan meselesi üzerindeki olası yaptırımlarını tahlil etmeliler.

Covid-19, tarihin akışını hızlandırma özelliğinden dolayı, ABD’nin Çin’i resmen bir rakip olarak tanıması meselesini erkene aldırdı. Daha önce engellenmesi gereken bir potansiyel güç olarak düşünülen Çin, bu süreçte devinimsel güç olarak tanınmak zorunda kalındı. Bu yeni konjonktür, ister istemez ABD’nin kendi sistemini yeni ortama göre düzenlemesini gerekli kılıyor. Bu Amerikan istisnacılığının pratik bir yansıması olarak görülebilir. Bugün Washigton’da derinden olan şey, sağlık sistemi, gelir adaletsizliği, ırkçılık vb. sorunları bir reorganizasyon ile düzeltme durumudur. Çıkan tartışma ve olayların temelinde bu zorundalık yatmaktadır.

Ne olursa olsun ABD’nin artık içerde daha demokratik bir karakter ile arz-ı endam etmesi gerekiyor. Öte yandan dış politika açısından ise bir süredir Trump döneminin gerektirdiği ve dayattığı inisiyatiflerin yol açtığı sorunlar duruyor. Pentagon benzeri stratejik hedefler için kurumlaşmış yapıların, dış politika karakterinde öze dönüşü önceleyeceğini ve sarsılan imajını düzelteceğini söyleyebiliriz.  Joe Biden karşısında Trump’ın ekarte edileceği anlamında düşünebiliriz bunu.  

Bu süreçten itibaren tıpkı Nixon Doktrini’ndekine benzer bir şekilde içine çekilebilecek bir ABD’nin varlığını görmek kaçınılmaz olsa da o yine de çok kutuplu bir dünyada ve kurumlaşmış dış politika aktörleri aracılığıyla daha güçlü müttefikliklerini ortaya çıkaracaktır. İçe çekilen ABD’nin -artık- rakibi olan Çin’i dengelemek için güçlü ittifaklara ihtiyaç duymasını ve Rusya, Hindistan, AB gibi güçlerle daha sıkı stratejik birliktelikler geliştirmesini getirecektir. Daha somut haliyle ABD’nin Soğuk Savaş döneminde Çin’i nötrleyerek Sovyetler ile çekişmesini kazandığı gibi, şimdi de Rusya’yı yanına alarak veya hiç değilse onu tarafsız kılarak Çin’e karşı kazançlı çıkacağı söylenmelidir.

Bu noktada ABD’nin Rusya’yı sıcak denizler ve boğazlar gibi tarihsel stratejik emellerini de dikkate alarak veya buna yönelik politikasına göz yumarak yanına almayı düşünmesi kaçınılmazdır. Bu aynı zamanda Avrupa Birliği’nin de Ruslar eliyle denetlenmesi anlamına gelir ki kendini Deli Petro’dan bu yana daha çok Batı kültürüne ait hisseden Rusya’nın bu plana olumlu karşılık vereceğini tahmin edebiliriz. (Fakat Brexit ile prangalarını açan İngiltere gibi eski bir kurdun bu meseleye karşı nasıl bir tutum alacağı bilinemez.) Artık İsrail’in güvenliği konusu ve Çin’in çevrelenmesinde önemli bir jeostratejik yer haline gelen büyük Kürdistan ülkesini, Rusya’nın üstünlüğüne bırakılan Türkiye-Boğazlar ile beraber düşündüğümüzde, Kürtlerin ortaya çıkacak panoramada vazgeçilmez olacağı ve kazançlı çıkacağı sonucuna ulaşırız.

ABD’nin Kasım 2020 seçimlerine kadar devam edecek toparlanma ve karışıklık döneminde Türkiye ve İran gibi bölgesel aktörler takip etmek istedikleri dış politika ve komşuları Kürtlere yönelik zorbalık adımlarında daha rahat hareket edeceklerdir. Kanımca bu geçici dönemde Kürtlerin aleyhine gelişebilecek bazı durumların, örneğin bir süredir Güney Kürdistan’a musallat olan Türkiye’nin işgal girişiminin, kalıcı olduğu hissine kapılmamaları gerekmektedir.

Daha önce Irak’ın Sonu olarak belirlediğimiz süreç kısa bir süreliğine sessizliğe de gömülse seçim sonrası Irak’ın üçe ayrılma planı hız kazanacaktır. Ortadoğu’yu çok iyi tanıyan Biden’ın akim kalmış planlarına devam etmesi ve bunları Amerikan stratejik çıkarlarına göre hızlandırması beklenmelidir. Bu yüzden Güney (Başûr) ve Güneybatı (Rojava) Kürdistan’ın birleştirilmesine gidileceğinden Kürtlerin bunun hazırlıklarını şimdiden yapması ve birbirlerine yönelik ayrıştırıcı dilden vazgeçmeleri gerekmektedir. 

Önceki yazılarımda belirttiğim üzere Türkiye’de bugün diktatoryal demokrasi deneyimine dönüşen Recep Tayyip Erdoğan iktidarının süresinin Türkiye’nin dış politikasının gidebileceği ve tıkanacağı yere ve zamana kadar olacağı tespiti hala geçerliliğini koruyor. Zamansal olarak da artık ABD seçimlerine kadar olacağı da ortaya çıkmıştır. Ne var ki Erdoğan tam da bu sebeple baskın bir seçime ihtiyaç duyabilir yahut bir anlaşma çerçevesinde çekilmeyi yeniden gözden geçirebilir fakat sonuç her ne olursa olsun sürdürülebilirliğini yitirmiş bir güç olduğu gerçeği gün yüzüne çıkmıştır ve ABD’nin önümüzdeki dönemi için herhangi bir şansı kalmamıştır. Türkiye bu sebeple sistem olarak daha demokrat görünüşlü yeni partilere ihtiyaç duyacak ve onlara yönetimi devredecektir. Pandemi sebebiyle bölünmüş de olsa yeni lider ve oluşumların ortaya çıkış sürecinin de bu dönemde hızlanması kaçınılmaz olacaktır.

Bugün tarihin akışı teorisi tüm yönleriyle Kürdistan’dan yanadır. Bu süreç, küçük kazanımlar ile heba edilmemelidir. Kürtlerin kendi içlerindeki sorunlara ya da komşularıyla aralarındaki inişli çıkışlı ilişkiye odaklanırken asıl büyük resim gözden kaçırmamaları gerekmektedir.

 

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.