NATO ölmüş olabilir mi?

Kurd24

Ekim 2019’da The Economist’e bir söyleşi veren Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, ABD ile AB’nin bölgesel güvenlik politikalarında ayrıştığını çok net bir şekilde ifade etti. “Şu an yaşadığız durum NATO’nun beyin ölümüdür” sözleriyle durumu özetleyen Macron, AB’nin bir uçurumun kenarında olduğunu ve bir an önce uyanmazsa yok olacağını belirtti. Macron’u bu denli sert bir çıkışı dillendirmeye götüren şey, Trump’ın Suriye’den askerlerini çekeceğine dair açıklamasıydı.

Macron, bu durumu “Amerika, geçtiğimiz ay Kürt müttefiklerini terk edip Suriye’nin kuzeyinden beklenmedik bir şekilde çekilerek, bize sırtını döndüğünü gösterdi” sözleriyle ifade etti. Sonraki günler tıpkı önceki yazılarımda belirttiğim üzere Amerika’nın kolay kolay Kürdistan’ın özgürleşmeye doğru giden yeni parçasından vazgeçmeyeceğini gösterdiyse de aslında bir süredir süregelmekte olan AB ile ABD arasındaki çelişkiye bir basamak daha ekledi.

Macron o açıklamasından epey sonra, birkaç gün önce Elysse Sarayı'nda ağırladığı Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said ile görüşmeleri sonrası yaptığı basın açıklamasında yine konuyu açtı. Türkiye’nin Libya’da tehlikeli bir oyun oynadığını belirten Macron yaşanan krizin “NATO’nun beyin ölümünün kanıtı” olduğunu söyledi.

Bugün Libya’da artık karşı karşıya gelmiş olan Fransa ile Türkiye arasındaki temel sorun her ne kadar Türklerin Tanzanya bandıralı bir gemiyle Birleşmiş Milletler’in Libya’ya yönelik silah ambargosunu delmesi gibi görünse de aslında mesele bundan çok daha fazlası. Türkiye’nin İslamcı terör örgütleriyle kurduğu ilişki sebebiyle Fransa açısından ideolojik ve güvenlik tehlikesine dair bir temeli olan bu çekişme Fransa’nın NATO ile geçmişten bugüne gelen sorunlarını da tetiklemiş oldu.

1958’de ilan edilen Beşinci Cumhuriyet’ten sonra bazı bölgesel çıkarlar ve liderlik konusunda sürekli olarak ABD ve Britanya ile sorunlar yaşayan Fransa, neticede 1966’da NATO’nun askeri kanadından çekilmişti. Fransa; 2009’da Sarkozy döneminde NATO tam üyeliğine geri dönse de nükleer güç meselesinde yine de NATO’ya tabi olmadı. Bugün dünyanın en büyük üçüncü nükleer gücüne sahip olan Fransa, aslında Türkiye ile değil NATO’nun başını çeken güçlerle menfaat ayrılığı yaşıyor.

1949’da Sovyetlere karşı kurulan, ardından Varşova Paktı’nın ilan edilmesiyle hakiki bir kutuplaşmanın tarafı olan NATO; temelde Avrupa’nın doğu sınırlarını belirler ve Doğu’dan gelecek saldırılara karşı Batı dünyasını korur. Tampon bölge olarak ortaya çıkmış Türkiye gibi ülkelerin bu işlere dâhil edilmesi de yine Sovyetlerin Akdeniz’e ve güneydeki petrol bölgelerine ulaşmasının önüne geçmekle ilgiliydi.

Sovyetlerin çöküşü sonrası ortaya çıkan tek kutupluluk bugünlerde Çin’in yükselişiyle birlikte kutuplarda bir yer değişikliği zorunluluğu yaratıyor ve eski kutuplar arasındaki sınırlar giderek belirsiz hale geliyor. Bu sebeple ortaya çıkan “yeni” jeopolitikler yeni taraflar yaratacağı gibi, mevcut ortaklıkları da sarsıyor ve onları yeni bir biçim almaya zorluyor.

Avrupa’nın doğu sınırları meselesinde ABD ve Britanya ile hemfikir olan Fransa, bugün başta Suriye’de Kürtlerin geleceği ve Kuzey Afrika’daki yeniden yapılanma meselelerinde NATO’nun taşıyıcı güçleriyle başka düşünüyor. Yani sorun doğuda değil güney sınırlarıyla ilgili. NATO’yu var eden şartların merkezi Avrupa Ekonomik Topluluğu ve Sovyetlerin sınırıyken bugün o merkez ve ülkeler arası çelişkiler artık tıpkı Birinci Dünya Savaşı dönemindeki gibi Ortadoğu’ya kaymıştır. Tam da bu minvalde Ruslardan S-400 savunma füzeleri almak ve Güneybatı Kürdistan’a (Rojava) askeri operasyonlar düzenlemek gibi çıkışlar sergileyen Türkiye ile yaşanan gerginlik, aslında giderek belirginleşen zaafların bir göstergesiyken diğer taraftan da değişen coğrafi merkezi açıkça ortaya koyuyor.  

NATO içerisinde Türkiye’nin serkeşliğine yeşil ışık yakan güçlerin varlığı da Fransa ve daha birçok üye ülkenin Türkiye’yi artık birliğin menfaatlerine karşı olmakla suçlayan ülkelerin varlığı da muhakkak. Türkiye’nin NATO’nun (ve aynı zamanda kendisinin) tarihsel düşmanı Ruslar ile yakınlaşması ve İslamcı terör örgütlerinin yegane kaynağına dönüşmesi gidişatı akamete uğratıyor olabilir ama NATO’nun karar mekanizmasındaki oybirliği şartı ve üye ülke sayısının otuz olduğu göz önünde bulundurduğunda birlik içindeki tahammül sınırlarını genişletiyor. Bu durumun Fransa için eğer gemileri yakmayacak veya birliğe yeni bir şekil vermeyecekse alışılması zorunluluk olan bir durum olduğunu hatırlatmak gerekir.

Şöyle ki; Post-Corona sebebiyle hızlanan tarihi kader, ABD-Çin arasındaki rekabeti artıracak ve bunun bir gereği olarak da ABD ile Rusya da kaçınılmaz olarak yakınlaşacaktır. İkinci Dünya Savaşı’nda Nazi Almanya’sına karşı Sovyetlerle işbirliği yapan ABD, Kissinger’in deha işi dışı politikasıyla Sovyetlere karşı Çin ile işbirliği yapmıştı. Bugünlerde tam da bu denli büyük bir dönemeçten geçiyoruz.

NATO henüz nefes alıyor ve beyinde ölüm değilse bile büyük bir hasar olduğu ortada. İkinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan ortaklık, yeni dönemin şartlarında da üyelere ortak bir fikir, ortak bir dil, ortak bir iş ve menfaat birliği oluşturabilecek mi hep beraber göreceğiz.

 

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.