Kadiriler ve Nakşîler; yenilgiler ve arayışlar - 4

Kurd24

Kürtlerin Osmanlı’nın basit bir hamlesiyle İngilizlerin Yeni Dünya haritası yerine statükodan yana tavır koymaları onlara bir yüzyıl kaybettirdi. Kürdistan’a özerklik tanınması koşuluyla Şeyhülislam Haydarizade İbrahim Efendi başkanlığında bir araya gelen Osmanlı ve Kürt heyetlerinin üzerinde anlaştıkları konular hiçbir zaman yürürlüğe girmedi. Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasıyla Osmanlı’nın sonuna gelindi ve Kürtlerin, Paris Barış Konferansı’ndaki temsilcileri Şerif Paşa’yı azletmeleri onların büyük bir cepheyi kaybetmeleri anlamına geldi.

Osmanlı özellikle Antep, Urfa, Mardin, Diyarbekir ve Musul hattındaki Kürtleri, İngilizlere karşı çekilmek zorunda kalan 6. Kolordu Komutanı Ali İhsan Paşa, Van mutasarrıfı Haydar Bey ve daha sonra Ermeni katliamı sebebiyle idam edilen Urfa mutasarrıfı Nusret Bey aracılığıyla kontrol altına almıştı. Milliyetçi Kürt cephesi bu politikalarla baş edemeyince Osmanlı’nın sınırının diğer tarafında İran’da çalışmalara başladılar.

Sir Arnold Wilson’un aktardığına göre 1918 Temmuz’unda Kürtler, Mukri aşiretinin lideri Abdülkasım Xan öncülüğünde İngilizlerle görüşmüş ve tıpkı Şerif Paşa’nın projeksiyonuna uygun şekilde bağımsız Kürdistan’a karşılık İngilizlerin aracılığıyla Ermenilerle anlaşabilecekleri ve karşılıklı olarak bu iki müstakbel devletin birbirini tanıyacağına dair güvence vermek istemişlerdi.

Mondros Mütarekesi’ni gerekçe gösteren İngilizler, 13 Kasım 1918’de İstanbul’u, iki gün sonra Musul’u, Mart 1919’da Urfa ve Cezire bölgesini aldılar. Ekim 1919’da İngilizler yeni Suriye ve çevresini Fransızlara terk ettiler. 1920’de de Fransızlar Türklerle anlaştılar ve neticede Franklin-Bouillon anlaşmasıyla bu teslimatı onayladılar. Bu arada Milli İbrahim Paşa’nın oğlu Mahmut, Türk milislerine karşı Fransızlarla yardım etmişti. Nitekim Fransızlar; Urfa, Rasulayn, Mardin, Nusaybin ve Cezire eyaletinin tümünü kapsayacak bir alanda bir Kürt Beyliği kurmayı kabul etmiş ve başına Mahmut’un geçmesini onaylamışlardı. Fakat bu plan da Türk-Fransız ilişkileri çerçevesinde rafa kaldırılmıştı.

Nakşibendi geleneğin İngilizlere karşı Osmanlı tarafından manipüle edilmiş olmasına karşın Güney Kürdistan’daki Kadiriler, İngilizlerle iyi ilişkiler geliştirmişler ve örneğin Berzenciler ile Talabaniler Osmanlı’yla yeniden bütünleşmeyi ajandalarından çıkarmış ve tereddütsüz bir şekilde İngiltere yanlısı bir politika izlemişlerdir.

İngilizler, Bağdat’a girdikleri Mart 1917’den itibaren doğal olarak kuzeye doğru ilerlemişlerdi. Kürdistan’ın güneyinin güneyi o sıralarda Rus işgaline uğramış ve sonra tekrar Türklerin kontrolüne geçmişti ve İngilizler Bacelan ve Dilo aşiretleriyle zayıf ilişkiler geliştirmişler, Rusların bölgeden çekilmeleri üzerine de Talabaniler ile ittifak kurmuşlardı. İngiliz destekli Kürt aşiretleri Nisan 1918’de Türk birlikleriyle Diyala’da sert bir çatışmaya girdi ve Kürtler, Türk birliklerine galebe çaldı. Kürtlerin başarısı sonrası Sirwan Nehri dolaylarında bir teftiş gezisine çıkan Binbaşı Goldsmith, burada güçlü Kadiri şeyhi Mahmut Berzenci’den İngiliz himayesinde bir Kürt devleti kurulmasını teklif eden bir mektup almıştı. Şeyh, Türklerin Kürdistan’a bir daha girmesine izin verilmemesinin garanti edilmesi karşılığında sınırın iki tarafındaki bütün Kürtleri İngilizler adına yönetebileceğini belirtiyor, kendilerine Türk despotluğuna karşı Kürtleri korudukları için teşekkür ediyordu.

Bu gelişmenin hemen ertesinde Şeyh Mahmud, İngilizlerin temsilcisi olarak atandı ve geçici bir hükümet kurmakla görevlendirildi. Ne var ki şeyhin korktuğu oldu ve İngilizler, İran’daki bazı sorunlar sebebiyle 7 Mayıs 1918’de aldıkları Kerkük’ten 24 Mayıs 1918’de çekilmek zorunda kaldılar. Bu çekilmeden 3 gün sonra 27 Mayıs’ta Türkler tekrar Kerkük’ü işgal etti ve Süleymaniye’yi ele geçirdiler. İngilizlerle işbirliği yapmış olan Şeyh Mahmut tutuklandı ve Kerkük’te hapse konuldu, dahası itibar kaybı yaşayarak gülünç duruma düştü. Türkler yeniden bölgede terör estirdiler ama Şeyhe dokunmak yerine onu bir süre sonra serbest bırakıp uzlaşma yoluna gittiler. Neticede bölgede tekrar Türklere sempati gelişti ve ümmetçilik propagandası yapılmaya başlandı. İngilizler ise itibar kaybetmekle kalmayıp yüzüstü bıraktıkları Hemawend aşireti gibi kalıcı düşmanlar edinmiş oldular.    

İngilizler Mondros Mütarekesi’nin 7. Maddesi gereği 15 Kasım 1918’de Musul’a girdiğinde, Kerkük’ün de kısa bir süre sonra düşeceği kesinleşti. Süleymaniye’deki Osmanlı valisi iki gün sonra şehri Şeyh Mahmut Berzenci’ye teslim ederek memurlarını Hakkari’ye çekti. Şeyh, Bağdat’taki İngiliz misyonuna mektuplar göndererek kaldıkları yerden devam edebileceklerini, Kürtlerin bağımsızlığına ulaştırılmış halklar listesine tekrar eklenmesi gerektiğini belirtti.

Neticede 2 Aralık 1918’de İngilizler, Süleymaniye’de altmış dolayında Kürt aşiret liderinin katıldığı bir toplantı yaptı ve Mahmut Berzenci’yi Erbil’in kuzeybatısından geçen Büyük Zap ile Diyala nehirleri arasındaki toprakların hükümdarı olarak tanıdıkları bir belgeyi imzaladılar. Fakat çok kısa bir süre sonra Şeyh Mahmut ile İngilizler arasında yetkiler sebebiyle anlaşmazlık baş gösterdi.

Dönemin İngiliz belgeleri Şeyhin kendisine tevdi edilen görevi bir tür kadrolaşmak olarak algıladığını, liyakat yerine akraba ve müritlerini memur olarak atadığını, İngiliz idaresi tarafından oluşturulan Kürt askeri birliklerini şahsına bağlılık yemini etmeleri konusunda zorladığını, Şeyhin İngilizlerin yetki belgesinde belirlediği Zap ile Diyala arasındaki sınırları tanımadığını, sınırın diğer tarafında İran’da bulunan bazı aşiretleri de kendisine katılmak için ikna ettiğini ve böylece uluslararası bir soruna dönüşmesinden bahsediyor. Yıllarca Berzencilerle sorunlu bir geçmişe sahip Caf aşiretinin hanesinde hizmetli olarak bulunan ve daha sonra Binbaşı Noel yerine Süleymaniye Siyasi Komiserliği’ne atanan Soane, Şeyhi deli olmakla suçlayıp ondan çokça hakaret ile bahseder. Sir Arnold Wilson ise şeyhin sürekli olarak Wilson İlkeleri’ni tekrar edip durduğunu, bağımsızlık ve özerkliğin Kürtlerin hakkı olduğunu, kendisinin aşiret liderlerinin imzasıyla bu yetkide olduğunu belirttiğini söylüyor.

Mart 1919’da Bağdat’ta siyasi komiserler tarafından alınan bir kararla Kifri, Kerkük ve Caf bölgesi Süleymaniye’den alınarak İngilizlerin doğrudan denetimine verildi ve şeyhin yetkileri de sınırlandırıldı. Şeyh buna 23 Mayıs 1919’da Merivan ve Hewreman aşiretlerinden oluşturduğu bir kuvvetle Süleymaniye’deki birliklere saldırı düzenleyerek cevap verdi ve birkaç saat içinde şehri ele geçirdi. Şehirdeki İngiliz görevlilerin tümünü hapse attırdı, Kerkük’le telgraf bağlantısını kesti ve hazineye el koydu. İngiliz bayrağını indirerek Siyasi Büro’nun gönderine yeşil zemin üzerinde kırmızı bir hilalin yer aldığı kendi bayrağını çekti ve diğer ilçelere kendi kaymakamlarını atadı.

1
Kürt tarihi kaynaklarında Berzenci’nin askerleri olarak kabul gören fotoğrafta aslında Türk devletinin Revanduz Harekatı’nın üyelerini göstermektedir.

İlçelerdeki İngiliz birlikleri bu ani saldırılar karşısında Xaneqîn ve Kerkük’e geri çekilmek zorunda kaldılar. Şeyhin leşkerleri birkaç hükümet konvoyunu ele geçirdi ve Taslûca’da İngilizleri bozguna uğratarak büyük bir zırhlı araç filosuna, büyük miktarda silaha sahip oldu. Haber hızla yayıldı ve sınırın diğer tarafında bazı Kürt aşiretleri, birleşik bir bağımsız Kürdistan için ayaklandı. Ne var ki İngilizler iki tugaylık bir orduyla 17 Haziran 1919’da Şeyh Mahmud’a yönelik bir kara harekâtı başlattılar ve Derbendî Baziyan mıntıkasında Şeyhi yenilgiye uğrattılar. Şeyh Mahmut, ağır yaralı bir şekilde esir alındı ve birkaç saat sonra da Süleymaniye düştü.

Şeyh Mahmut tedavi edildikten sonra askeri mahkemede yargılandı ve idama cezasına çarptırıldı. Daha sonra cezası hafifletilerek 20 yıl hapse mahkum edildi ve ardından bu ceza 10 yıla düşürüldü ve Hindistan’a sürüldü.

Türkler Süleymaniye’den çekilmelerine rağmen bölgeyi doğal olarak takip ediyorlardı. Sonradan ortaya çıkan belgelere göre İngilizlerin Şeyhle sürtüşmeye başlaması üzerine Van Mutasarrıfı Haydar Bey, 6 Mayıs 1919’da Dahiliye Nezareti’ne meseleyi bir telgrafla bildirmiş, bu fırsattan yararlanmayı önermişti. Halil (Kut) Paşa da Şeyh Mahmut’a İngilizlere karşı başkaldırması bir mektup göndermişti ve bu propagandalar Şeyh Mahmut Berzenci’yi İngilizlere karşı bağımsızlık ilan etmeye götürmüştü. Aslında Kürtlerin bağımsızlığa ikna edilmeleri önceki bölümlerde de ele aldığımız gibi Türkçülerin o döneme ait politikasıydı. Türkler bununla hem İngilizlerin bölgeye yerleşmelerini engelliyor, hem ortaya çıkabilecek bir Kürdistan’ın önüne geçmiş oluyor, hem de Kürdistan’ın ortaya çıkması durumunda bunu ilerde Türkiye ile birleştirmek için kurguluyorlardı.

2
1876 tarihli bir kartpostalda Türk devletinin alay bayrağı görülmekte.

Şeyh Mahmut’un bu başkaldırısı her ne kadar Kürt milliyetçiliği ve Kürtlerin antiemperyalist mücadeleleri açısından paha biçilmez bir olay olarak görülse de Kürtlerin kaderini belirleyecek dönemlerde Türklerin meseleyi nasıl manipüle ettiklerine de iyi bir örnektir. Nitekim bugün bile Şeyh Mahmut’un yeşil zemin üzerine kırmızı daire içindeki beyaz hilalli bayrağı, Kürtlerin geleneksel bayrak algıları ve tarihte kullandıkları bayraklarla müthiş bir uyumsuzluk içindedir. Öyledir çünkü bu bayrak Kürtlere ait değildir. Şeyh Mahmut bu bayrağı Süleymaniye baskınında kullanmıştır ama bu bayrak Osmanlı devletinin 1876’da Abdülhamit’in tahta çıkması sırasında Türk alay bayrağı olarak tescillediği bayraktır. Şeyhin, Türk devletinin telkiniyle İngilizlere karşı başkaldırdığı dönemde bu bayrak tekrar dolaşıma girmiş ve sonra Türk Meclisi’nin görevlendirmesiyle Rewanduz’da ortaya çıkacak Özdemir Paşa’nın Kürdistan’ın güneyindeki faaliyetlerinde çokça kullanılmıştır. Bugün bu bayrak bilinçsizce bir şekilde Kürtler tarafından da sahiplenilmektedir oysa bu bayrak apaçık Türklerin Kürdistan’daki egemenlik iddiasının bir parçasıdır.

 

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir