Ernesto Sabato-Direniş

Kurd24

Sürülenler, itham edilenler ve haklarından yoksun bırakılanlar, uluslarından ve ülkelerinden kovulanlar, vahşice en derin uçurumlara atılanlar… Bugünün geleceği değiştirecek öğrenciler işte onlardır.

Ernesto Sabato, Arjantinli bir yazar. Ülkesindeki cunta rejimine başkaldırmış. Darbe rejiminin tanklarına ve askerlerine kalemiyle başkaldırmış bir muhalif o. Darbe rejimine karşı eleştirel yazılar yazan, meydanlarda insan hakları ihalelerine uğramış insanların yanında sloganlar atan, cunta rejimi tarafından kaybedilen direnişçilerin annelerinin yanında yer alıp kayıplar bulunsun diye çalışmalar yapan bir aktivist Ernesto.

Direniş adlı eserinde Ernesto, insana dair yüz yıllık gözlemini sade, yalın ve bir o kadar da çarpıcı bir dille anlatır. Eğitim sisteminden, insanların birbiri ile olan ilişkilerinden ve bu ilişkilerin şekillenmesinden, kapitalizmin insanların hayatlarını nasıl tekdüze ettiğinden bahseder. Arjantin’den yükselen bu satırlar bana öyle geliyor ki en az bir yüzyıl daha geçerliliğini koruyacak gibi. İş hayatından tutunda, eğitim sistemine kadar tüm alanlarda derinlemesine bir gözlem yatıyor bu kitapta. İnsanlığı yıkacak yanlışın tohumları eğitim sisteminde atıldığını söylüyor Ernesto. Tüm sistemin rekabet ve birbirini geçme üzerine kurgulandığı bir eğitim modelinde, çocuklara bireysellik ve bencillik aşılanmaktadır.  Kapitalizmin çöl haline getirdiği hayatlarımızda insan ilişkileri en ağır darbeleri aldı. Pahalı hayatlar, zor geçim şartları, para kazanma mecburiyeti bizleri insancıl yanımızdan koparıp bir köşeye savurdu. Hayatta kalma pahasına birbirimizi harcamaktan başka bir seçeneğin kalmadığı gerçeğini karakterimize kodladı düzen. Aslında hayatın doğası gereği açık olduğunu ama bizim onu yaşanılmaz, katlanılmaz ve kurtulması gereken bir canavara dönüştürmek için etrafımıza duvarlar ördüğümüzü görürüz Direniş eserinde.

İnsanın kurtuluşunun gelenek ve değerlerine bağlılıktan geçtiğini savunur yazar. Bu yaklaşım çok fazla anti-tez ile karşılık bulabilecek bir tespittir. Kişisel muhabbetlerin yerini karşısında saatlerimizi harcadığımız televizyonu konu alır Ernesto. Televizyonun bir ışık huzmesi, biz insanların o ışık huzmesine uçuşan sinekler gibi olduğumuzu söyler. Kültürel yozlaşmanın evlere açılan ekranlarıdır ona göre.  Haksızda sayılmaz. Bugün televizyonlarda o kadar içi boşaltılmış, bizi bize yabancılaştıracak programlar var ki. Yalan mı yani günde ortalama 4 saat televizyon karşısında geçiren bir toplum olup kitap okumaya utanılacak bir zaman dilimi ayırdığımız? Ve o programlarda duyduğumuz şeylerin toplumun geneline korkunç bir hız ile yayıldığı gerçeği? Bütün yatırımlar algıya yapılmıyor mu? Ernesto’nun televizyon dediği şey bugün televizyon ve sosyal medya değil mi?  Kitapçılar kapatılırken, kitap okumanın ‘’karın mı doyuruyor?’’ diye sorgulandığı, sanatın sepetle bir arada anıldığı bir yerde sosyal medya ve TV Programlarının bu kadar yükselmesi zor ve şaşırtıcı değil tabii ki. İstediğiniz kadar okuyun ve bilgili olun. Eğer kapitalizmin kuralı olan çok para ve para kazanma hırsı sizde yoksa affedilmezsiniz. Çünkü içinde yaşadığımız düzen ve o düzenin dizayn ettiği insanlar ahlaksızlığı bir yere kadar idare edebilir ama sosyal yarışı kaybeden birini (parasız ve zor geçinen biri) asla affetmez. Hemen dışlanırsınız. Okuduğunuz kitaplar, bildiğiniz değerler sizi korumaz toplumsal linçe karşı. Ancak en büyük ahlaksızlığı insanların gözü önünde yapsanız, eğer zenginseniz ve paranız varsa, adalet bile sizi haklı bulup, insanlar sizi alkışlar. Hatta yaptığınız o ahlaksızlık bir yaşam tarzı olarak bile benimsenebilir. Çünkü temelini rekabet, bireysellik ve kazanma hırsının oluşturduğu bir sistemde bundan başka bir manzara beklemek mümkün değildir. Bu durumu Ernesto şöyle özetlemiştir;

‘’Nasıl ki savaşta insanın hayatı asker olmak ya da bir hastanede yaralı yatmaksa, ülkelerimizdeki hayat da mesai saatlerinde çalışan olmak ya da dışlanmaktır’’

Evet, toplumda birey olarak tanımlanabilmeniz için ve insanların sizi bir yerde konumlandırması ve hatta değer görmeniz için, sabah gidip akşam gelinen, ay sonunda maaş alınan bir işte çalışan olmanız gereklidir. Bu durum söz konusu değilse sistem sizi hallaç pamuğu gibi atar bir kenara.

Yaratılan düzende, insan ‘’hayatının’’ olabilmesi için ona tek bir imkân sunulmuştur. Milyonların arasından seçilme, bunca rekabet ortamında başarılı olma ve toplumun geri kalanından sıyrılma. Bunu hangi değerli tüketerek yaptığının, hangi yozlaşmanın toprağına basarak geldiğinin bir önemi yok. Önemli olan sonuçtur ve o sonuç mesai saatleri içinde çalışan bir insan olabilmeyi gösteriyorsa hedefe ulaşılmıştır demektir. Bu meseleyi televizyon izlemeyelim mi? Rekabetsiz herkes iş mi bulsun? diye yorumlamak meselenin özünden uzaklaşmak olur.

Ernesto’nun işaret ettiği ya da savunduğu şey tipik bir gelenekçilik filan değil. Bir toplumu ayakta tutan ve nefes alabilmesini sağlayan değerlerin, kültürün deformasyonudur. Bizlere dayatılan bir profildir demek istediği. Biz olmaktan çok olmamız istenilen bizlerin yaratılma sürecidir. Küreselleşen dünyada dışa kapalı bir yaşam da değildir Direniş’te anlatılan. Teknolojinin kirli yanlarına, onu insanı yalnızlaştıran, bencilleştiren ve ruhunu öldüren yanına direniş gösterilmesi gerektiği gerçeğidir. Yoksa teknolojiye onu yok sayarak açılan hiçbir savaş kazanılamaz.