Suriye ve Kürdistan (Batı) Panoraması: Güçlerin İlişkileri ve Stratejiler…

Kurd24

Soğuk Savaş sonrasından Arap dünyasından geç bir şekilde başlayan ayaklanma hareketleri, “Arap Baharı” olarak tanımlandılar. Bu hareketler, sivil ayaklanmalar modeli çerçevesinde başladılar. Otoriter ve teokratik yönetimleri değiştirme kapasitesine ulaştılar.

Ama bir dönem sonra bu süreç tersine döndü. Trajik gelişmelere yol açtı ve kaynaklık etti. Mısır’da askeri darbe ile seçimle gelen cumhurbaşkanı ve yönetimi alaşağı edildi. Batı Dünyası, İslamcı Cumhurbaşkanı ve yönetimine karşı askeri darbeyi destekledi.

“Arap Baharı”, Yemende, şiddetli iç savaşa dönüştü. Bu iç savaş Yemen’de devletlerin doğrudan müdahaleleriyle devletlerarası savaş kapasitesine ulaştı.

Suriye’de durum daha vahim, daha trajik, daha yıkıcı bir hal aldı. Bu durum halen de bütün şiddeti ve katliamlarla devam ediyor.

Suriye’de 2011 yılında Ürdün’ün sınırında Deraa’da başlayan sivil ayaklanmanın üzerinden 6 yıl geçmiş durumda. O günden sonra çözüme yaklaşma yerine, çözümden uzaklaşmanın her gün verileri üretiliyor.

Suriye’de 600.000 kişiden fazla insanın öldürülmesi, şehirlerin yerle bir edilmesi, 10 milyona yakın insanın mülteci haline gelmesi, Suriye’de sorunu çözüme yaklaştırma yerine daha karmaşık bir hale getirdi..

Değişik aşamalarda farklı devletlerin doğrudan iç savaşa müdahil olmalarıyla, sorun daha da karmaşıklaştı. Her gün sürpriz gelişmeler. Devreye girdi, gündemleşti.

Suriye Faşist Baas Rejiminin, İdlib’te kimyasal silahlarla katliam yapmasından sonra, Suriye’deki güçler dengesi, devletlerin birbiriyle ilişkileri, devletlerin stratejileri tümden değişti.

Suriye’de ayaklanmanın sivil doğal bir halk hareketi olarak başlaması ve iç savaşa dönüşmesi…

“Arap Baharı” sonucu birçok Arap Devletinde sivil ayaklanmalar oldu. Ayaklanmalar rejim değişikliklerine sebep oldu. Ortaya çıkan rejimler, demokratik, parlamenter ve çoğulcu rejimler olmazsa da, yönetimde kast ve faşist/otoriter nitelikteki elitlerin yerini, halk güçleri ve onların temsilcileri aldı.

Bu sivil ve halkçı ayaklanmalar, Suriye’yi de etkiledi. Suriye’de de halk, 2011 yılının Mart ayında Ürdün’ün Deraa Kentinde sivil direniş başlattı. Baas yönetiminden ve diktatörlüğünde demokratik hak ve özgürlükler açısından taleplerde bulundu.

Ne yazık ki, Baas Diktatörlüğü bu taleplere uzlaşmacı ve sorumlu bir yönetim mantığıyla cevap vermedi. Barbarca, silahla, saldırı ve şiddetle sivil direnişe cevap verdi. Kan döktü.

Deraa’da kanın dökülmesinden sonra, Suriye’nin diğer şehirlerinde de sivil direnişler sökün etmeye başladı. Kısa sürede halk ayaklanmalarına dönüştü. Bu ayaklanmaların rejim tarafından kanla ve katliamla bastırılması, doğal sivil hareketleri ve direnişleri, silahlı çatışmalara dönüştürdü. Toplumsal geniş kesimlerinin, bu silahlı ayaklanmalara katılması, Baas militer güçlerinden kopuşların başlamasıyla, iç savaş koşulları oluştu.

Deraa dönemindeki demokratik taleplerin yerini de, rejimin değişmesi, yeni demokratik çoğulcu parlamenter sistemim oluşması, Baas Partisinin ve devletin istihbarat aparatlarının tasfiyesi stratejisi aldı.

Kürtlerin milli demokratik partileri ve halk güçleri de, sivil protesto hareketleriyle, Deraa’da başlayan Arap sivil ayaklanma hareketlerini destekledi. Onlar da başından itibaren rejim değişikliğini amaç olarak belirlediler.

Rejimin ürünü ve koltuk değneği olan PKK/PYD, Kürtlerin genelinin tutumuna karşı, rejimin yanında yer aldı. Rejimin değişmesini istemedi, rejimin yaşaması için çaba gösterdi. 

ABD ve Batılı Müttefiklerinin Libya gibi Suriye’ye müdahale etmemelerin yol açtığı kötülük…

Obama, ABD’de Başkan olduktan sonra, özelde Ortadoğu ve genel plânda dış politika ile ilgili önemli değişiklikler yaptı. Ortadoğu’dan çekilme stratejisinin gereği olarak, Irak’tan askerlerini çekti. Afganistan’da, önce askerlerini azaltacağını ve sonrada tümden çekeceğini konsept olarak benimsedi.

Suriye’de sivil demokratik direniş ve ayaklanmaların iç savaşa dönüşmesinden sonra, muhalefetin kendi başına rejimi deviremeyeceği açığa çıktı. Bunun için uluslararası desteğe ihtiyaç olduğu tartışmasızdı.

Libya’da da, ABD ve Batılı müttefiklerinin müdahalesiyle Kaddafi Rejimine son verilmişti. Burada da ABD askeri güçleri doğrudan müdahalede bulunmadı. ABD ve müttefiklerinin uçak bombardımanı ile yerel güçlere destek vermesiyle, rejim devrilmişti.

Suriye’de gün geçtikçe bu talep ve beklenti artıyordu. Ama ne yazık ki, ABD (Obama) ve Batılı müttefikleri müdahale yapmayı gerçekleştirmediler.

Giderek Suriye’deki iç savaş kangren olmaya başladı. Muhalefetin içinde de radikal İslamcı güçler öne çıkmaya başladı. Baas rejimi de, bu radikal İslamcı kesimlerin güçlenmesi için alttan destekler verdi. Böylece muhalefet cephesinin meşru olup olmadığı tartışma gündemine girdi.

ABD ve müttefikleri, vekâlet savaşı metodunu benimsediler. Özgür Suriye Ordusuna ve diğer ılımlı muhaliflere destek oldular.

Suriye’yi destekleyen başka bölgesel ve uluslararası güçler de doğrudan duruma müdahil ve taraf olmaya başladılar.

İlk aşamada İran, İran’ın desteklediği Lübnan Hizbullah’ı askeri güçleri Suriye rejimini korumak için fiilen savaşmaya başladılar.

Suriye’de durum daha karmaşık hale geldi.

Bu arada, DAEŞ denilen örgüt de beslenip büyütülüyordu.

DAEŞ’ın varlığı, Suriye rejiminin can simidi, rejimin kalması için genel kanaatin oluşması için gerekiyordu.

Suriye’nin birinci kimyasal silah kullanması ve sonrası gelişmeler…

Suriye’de Baas Rejimi, İran ve Hizbullah güçlerinin muhalefet karşısında yetersiz kalınca, kimyasal silah kullanarak, insanlık dışı katliama yol açtı.

Bu durumda da, uluslararası güçler, ABD ve müttefikleri müdahale etmeyi ve rejimi cezalandırmayı sağlamadılar. Rejimle uzlaşarak sorunu çözmek istediler. Bu mantık ve strateji sonucunda, Suriye’nin kimyasal silahlarını teslim etmesini gündeme getirdiler. Bu talep üzerine, Rusya devreye girdi. Aracılık yaptı. Rejim ve Esat koruyucusu oldu.

Rusya’nın ağırlığıyla, rejimin cezalandırılması yerine, kimyasal silahların Suriye’de çıkarılması konusuna karar verildi.

Oysa İnsanlık Düşmanı Baas Rejimi, bir miktar kimyasal silahı teslim etti. Bir kısmını da gizlediği, İdlibteki kimyasal silah katliamıyla açığa çıktı.

Böylece ABD’de Obama Yönetimi, asıl çözümden kaçmak için Rusya’yı kimyasal silahları Suriye’de çıkarmak için Aracı yaptı. Suriye’de rejimin yıkılmasına taraf olmadı. İç Savaş’taki yıkıma, katliamlara, toplu sürgünlere ve mülteciliğe göz yumdu.

Rusya’nın Suriye’ye çağrılması ve İkinci Soğuk Savaşın başlaması…

Suriye rejim güçleri, stratejik destekleyicisi İran ve Hizbullah, muhalefet karşısında yetersiz kalınca, Rusya’nın doğrudan Suriye’ye çağrılmasına karar verdiler. İran bu konuda aracı oldu.

Bu dönemde, uluslar arası güçler birbirini idare etti. Herkes bildiğini okudu ve yaptı. Başka şey söylediler, başka şeyler yaptılar.

Rusya’nın Suriye’ye çağrılması, İkinci Soğuk Savaş Döneminin başlangıcına işaret ediyordu. Ben ve başka birçok analizci bu görüşte birleştiler. 

Dolayısıyla bu savaş, Suriye rejimini korumaya yönelik Rusya merkezli güçlerle, Suriye rejimine karşı vekâlet savaşı veren ABD ve Türkiye merkezli bir savaştı.

Bu durumda yani yeni soğuk savaş koşullarında, daha DAEŞ’ın tek stratejik mücadele hedefi olmadığı dönemde: Bir yanda, Rusya, İran, Suriye Rejimi, Lübnan Hizbullahı, PKK/PYD vardı. Diğer cephede, ABD ve müttefikleri, Türkiye, ÖSO ve İslami muhalif güçler vardı.

 

Bu dönemde Türkiye, rejimin yıkılması iddiasını sürdürdü. Ona göre muhalefet güçlerine destek oldu. Bundan dolayı da, Rusya, İran, Suriye rejimi ile çatışmalı bir konuma geldi.

Rusya’nın Suriye’ye gelmesi ya da çağrılmasından sonra, Rusya’nın Suriye’deki etkinliğine bağlı olarak da bölgede etkinliği arttı. ABD, geri planda kaldı. Kaybeden taraf olarak tanımlandı. Bir zaman sonra, ABD ve Rusya’nın kaderi üzerinde işbirliği yaptığı ile ilgili yaygın tespitler ve yorumlar oldu. Aslıda sorun, Suriye’nin geleceği üzerinde bir anlaşmanın olması değil, ABD’nin pasif konumundan dolayı teslimiyetçi yapısının yol açtığı bir trajik durumdu.

ABD’de Obama ve Trump Stratejilerinin farklılığı…

Obama, Suriye’de rejimin yıkılmasını doğrudan bir hedef haline getirmedi. DAEŞ’i asıl mücadele hedefine koydu. Bunu da kendi askerleri ile değil, yabancı askerlerle yapmak istedi. Vekâlet savaşına karar verdi. Bir tarihten sonra Özgür Suriye Güçleri ve diğer ılımlı İslamcı muhalefet güçleriyle ilişkilerini kesti, PKK/PYD ile ilişki kurdu.

Suriye Rejimi, Rusya, İran, bu durumdan memnun olmadılar. Çünkü PKK/PYD bir rejim gücüydü. Bundan dolayı da, rejime karşı Arap ve Kürt muhalefetinin büyümesinden sonra, Suriye B Plânını hayata geçirmişti. Kürdistan’daki egemenliğini ve iktidarını PKK/PYD ile paylaşmıştı.

PKK/PYD’nin, ABD’nin güdümünde hareket etmesi, rejimin ve müttefiklerinin işine gelemezdi

Bu durumda da, iki cephe parçalandı.

Türkiye de, ABD’nin PKK/PYD destekleyiciliğine karşı çıkmaya başladı.

Trump’ın başkan adaylığı zamanında, ABD’nin dış politikasından ve Ortadoğu politikasından bir değişiklik olacağı görüşü ağırlık kazanmaya başladı. Trump’ın açıklamaları da bunu gösteriyordu.

Trump’ın vekâlet savaşından vazgeçerek, doğrudan müdahale yolu seçeceğinin ipuçları ortaya çıkmaya başlamıştı.

İdlib Katliamı sonrası güç dengeleri…

Trump başkan seçildikten sonra, Rusya’ya yakınlığı ile tanındı. Putin ve Rusya’nın, Trump’ın kazanması için seçimlere elektronik müdahalede bulunduğu ABD kamuoyunda yaygın ve kabul gören bir görüş oldu. Rusya’da seçim sonrasında yaptıkları jestlerle bu kanaati güçlendirdi. Trump’ın da Rusya ve Putin’e olumlu yaklaşımı, durumda daha kalınlaştırdı.

Trump’ın başkan seçilmesinden sonra, İran’ı tehlikeli bir güç olarak ilan etmesi, Obama zamanında ABD ve İran arasında yapılan anlaşmayı rafa kaldırması, taşların yerinde oynayacağını gösterdi. Çünkü İran, Suriye’de Rusya’nın en önemli ve stratejik müttefiki idi. Rusya, Ortadoğu’ya hükmetmek isteyen İran’la ilişkilerini hayli stratejik bir aşamaya taşımıştı.

Ayrıca Trump’ın, Obama’nın Suriye’deki politikasını değiştireceği, Suriye’de daha aktif ve müdahaleci olacağı düşünceleri, dengelerin değişeceğinin ipuçlarını veriyordu.

Suriye’de Faşist Baas Diktatörlüğünün, İdlip’te kimyasal silahlarla katliam yapmasından sonra, ABD’nin, Suriye Hava Üssünü vurmasıyla, dengeler değişti.

İdlib Katliamı, ABD ve Rusya’nın karşı karşıya gelmesini sağladı. Rusya, ABD’den uzaklaşarak soğuk savaşın prensiplerini hayata soktu.

Türkiye ve Batılı müttefikler, ABD’nin Suriye hava üssünü vurması hareketini destekledi. Türkiye bunun yeterli olmadığını, rejimin yıkılması için hareketin devam etmesi gerektiğini açıkça savundu ve talep etti.

Türkiye’nin bu tutumu, Rusya, İran, Türkiye arasından oluşan ittifakı da bozdu.

Bulunduğumuz aşamada, Suriye’de farklı hassas dengeler ve ilişkiler var. Siyasi güç odaklarının ve devletlerin farklı stratejileri var.

Başından beri Türkiye’nin stratejisi, Türkiye ve Rusya İlişkilerinin uçak olayından sonra bozulması ve Fırat Kalkanı Operasyonu…

Türkiye, “Arap Baharı Hareketlerini” ve bu hareketlerin sonucundan Arap dünyasından gündeme gelen rejim değişikliklerini aktifçe destekledi.

Arap dünyasında bu rejim değişiklikleri olduğu zaman, Türkiye ile Suriye arasında çok sıkı ve stratejik ilişkiler söz konusuydu. Birlikte ortak bakanlar kurulu toplantıları yapacak kadar sıcak ilişkilere sahiptiler.

 Suriye’nin Deraa bölgesinde ortaya çıkan sivil ayaklanma ve direnişten sonra, Türkiye stratejik ilişkilerini kullanarak, Suriye’de yumuşak bir tarzda demokratikleşmeyi, çoğulculaşmayı, siyasi partilerin kurulması ve genel seçimlerin yapılması önerisini yaptı.

Türkiye’nin bu önerileri, Baas Rejimi tarafından ret edildi. O noktadan sonra, Türkiye, sivil direniş ve ayaklanmaların iç savaşa dönüşmesinden sonra Arap Dünyasındaki değişiklikleri destekleme vizyonuyla, Suriye’de rejim değişikliğini savundu. Buna göre muhalefet güçleriyle ilişki kurdu, onlara destek oldu.

ABD ve Batılı müttefiklerine, Suriye’deki rejimin yıkılması için önermeklerde bulundu.

Her ne kadar ABD ve Batılı müttefikleri Suriye’de rejimin yıkılmasından yana bir eğilim göstermişlerse de, bir dönem sonra, özellikle radikal İslamcı ve özellikle DAEŞ fenomeninden sonra, bu eğilimden uzaklaştılar.

Türkiye tek başına kaldı.

Rusya uçağının düşürülmesinden sonra, ilişkiler olumsuz yönden keskinleşti. Rusya ile karşılıklı bir soğuk savaş içine girdiler.

Zaman içinde birçok taviz vererek, Rusya ile ilişkileri düzeltti.

İlişkilerin düzeltilmesinden sonra Fırat Kalkanını başlattı. Bu operasyonda başarılı oldu. Böylece Suriye’de aktif ve hesaba katılır bir aktör oldu.

Bu aşamadan sonra Türkiye, İran, Rusya ile ateşkesin gerçekleşmesi, bazı diğer alanlardaki ortak çalışmalar için ittifak oluşturdular. Bu ittifak da hayli yararlandı ve olumlu ortak adımlar atıldı.

Ama bu dönemde de, PKK/PYD ilişkileri İran ve Rusya ve Suriye rejimi ile sorun olarak orta yerde durdu.

Fırat Kalkanı’nda PKK/PYD’ye Fırat’ın Doğusunda operasyon yapılması aşamasında, Rusya ve ABD güçleri koruma kalkanı oldu.

O noktada, Fırat Kalkanı Operasyonu son buldu.

Türkiye’nin Şengal ve Kürdistan’ın Güney Batısında operasyon yapması, Rusya ve ABD ile ilişkileri yeniden gerdi.

Kürtlerin konumu; bunun yanında PKK/PYD kim adına vekâlet savaşı yürütüyor…

Suriye’de Deraa’da başlayan (Mart 2011) sivil kalkışma ve protesto hareketinden günümüze (2017) geldiğimizde, Kürdistan’ın Batısında çok şeyin değiştiğini söyleyebiliriz.

Kürdistan milli demokrat hareketi çok partili bir yapı ve örgütlenme ile hayli dağınık haldeydi. Zamanla ENKS’e bünyesinde bir toparlanma oldu. ENKS içindeki 4 parti, Suriye Kürdistan Demokrat Partisi ismiyle birlik ve bütünlük sağladılar.

Söz konusu olan siyasi güçler ve partiler, farklı stratejik hedeflere ve projelere sahiptiler. ENKS’nin zaman içinde yürüttüğü ortak çalışma sonucunda, stratejik bir hedefte birleştiler. Suriye’nin federal bir devler, Kürdistan’ın federe bir devlet olması stratejisini benimsediler.

Bu strateji üzerinden rejime karşı mücadelelerini sürdürüyorlar.

ENKS, titiz ve uzun bir çalışma ile Suriye federal Devleti ve Kürdistan Federe Devleti için bir toplumsal sözleşme (anayasa) hazırladılar.

Aynı zamanda mücadele yönteminde anlaşma sağlandı.

Suriye’de rejimin ve Baas Diktatörlüğünün tasfiye edilmesi büyük hedefi içinde, Arap Muhalif Güçleriyle koordineli bir ilişki içine girdiler. Bu ilişki, çelişki, uzlaşma, tartışma, çelişme düzeyinde devam ediyor.

Kürdistan Federe Devleti yönetimiyle önce Hewler ve daha sonra Duhok Antlaşması çerçevesinde iyi ilişkilere, stratejik ilişkilere sahip oldular.

Kürdistan Federe Devletinde, Suriye’de rejime karşı mücadele etmeye hazır binlerce pêşmergenin eğitimini sağladılar.

Bu pêşmergelerin Kürdistan’a geçişi için çaba gösteriyorlar. Ama PKK/PYD bu pêşmergelerin Kürdistan’ın Batısına gelmesi halinde onlarla çatışacağını, onların girişine izin vermeyeceğini açıkça dile getirmektedir.

PKK/PYD şimdiden Kürdistan’ı Suriye’nin bir bölgesi haline getirerek halkımız üzerinde diktatörlüğün ortak bir şekilde devamını sağlamaya çalışmaktadır.

PKK/PYD, bir Suriye rejiminin partisi olarak siyaset sahnesine çıktı.

Bu nedenle, rejimin yıkılması ve tasfiyesinden yana olmadı. Kürdistan’daki milli ve demokratik güçlerin Arap muhalefeti ile birlik ve bütünlük içine girmemesi için olağanüstü çaba gösterdi.

PKK/PYD’nin rejimden uzaklaştırılması, Kürdistan’daki milli ve demokratik güçlerle ittifak etmesi için Kürdistan Federe Devleti Başkanı Mesut Barzani’nin öncülüğünde Hewlêr’de bir toplantı, toplantı sonucu kapsamlı bir antlaşma sağlandı.

Ama ne yazık ki, PKK/PYD Hewlêr’de uzaklaştığı andan itibaren antlaşma maddelerini ihlal etmeye başladılar. Ortak bir siyasi yönetim merkezinin ve askeri merkezin oluşmasına şiddetle karşı çıktılar.

Bundan sonra DUHOK’ta yapılan toplantı ve antlaşma, ayni sonuçla karşı-karıya kaldı.

PKK/PYD, bütün yapılanmasını ve senaryosunu, Kürtler üzerinden baskı oluşturmaya göre projelendirdi..

Ne zaman ki Suriye’de Baas Diktatörlüğü, Arap Muhalefeti karşısında zora girmeye başladı, o zaman Kürdistan’ın Batısıyla ilgili yeni bir strateji benimsedi. Kendi B plânını uygulama alanına soktu.

Suriye’nin B planı: Kürdistan’da kendi güçlerini temerküz ederek, tutarak diğer bölgelerde etkisini zayıflatmamak ve Kürdistan’daki muhalefetin Arap muhalefetiyle birleşmesini engellemekti. Bunu da, Kürdistan’da PKK/PYD ile diktatörlüğün ortak bir şekilde sürdürülmesi projesi ile kurguladı. PKK/PYD’yi Kürdistan’ın Batısında halkımızın ve yurtsever siyasi güçlerinin tepesinde demoklesin kılıcı haline getirdi.

PKK/PYD, Kürdistan’ın Batısında diktatörlüğün ortağı durumunda.

Kürdistan kantonlara bölünerek, milli ve coğrafi temelde federal yapının oluşmasının önünde barikat oluşturmuş durumda.

İlk başlarda, Kürdistan’ın Batısına “Rojava” denildi. Ne yazık ki, bu kavram bile Kürdistan’a işaret eden bir kavram olmasından dolayı, Kürdistan’ın Batısı için Arap egemenleriyle baş-başa vererek Kürdistan’ı “Kuzey Suriye” diye tanımladı ve Kürdistan’ın ismini değiştirdi.

PKK/PYD, şiddete ve zulme dayalı bir diktatörlüğü, hem de Baas’dan daha beter bir diktatörlüğü Kürtler üzerinde uygulamaktadır. Kürdistan partilerinin siyasi faaliyetlerin engellemekte, yönetici ve üyelerini tutuklamakta, işkence yapmakta, tüm özgürlükleri ve hukuku ayaklar altına almaktadır.

Evlere baskın yaparak, çocukları almakta ve onları zorla silahlandırmaktadır.

PKK/PYD, bu diktatörlüğü, bir yandan Rusya’ya İran’a ve rejime, bir yandan da ABD’ye dayanarak sürdürmektedir.

Açıkçası, PKK/PYD hem Rusların İranlıların ve rejimin, taşeronu ve vekâlet eden gücü. Ve hem de ABD’nin. Kürtlere düşen de, pirincin taşını ayıklamaktır.

Özcesi: PKK/PYD herkese ait bir güç. Ama sadece Kürtlerin olmayan bir güçtür.

PKK/PYD’nin bu konumu aynı zamanda, değişik güç odakları; Rusya+İran+Suriye Rejimi ile ABD arasından bir çatışma alanı. Her iki güç odağı PKK/PYD’yi birbirine kaptırmamanın siyasi manevraları içindedirler.

PKK/PYD’nin bu konumu, Türkiye ile ismi geçen devletlerarasında da çok sorunlu bir durum ve çatışma alanıdır.

Amed, 30 Eylül 2017

 

Gelecek yazım: Türkiye’de Yeni Anayasa: Herkesin, Ulusal ve Etnik Toplulukların Toplumsal Sözleşmesi Olmalı...

 

  • kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.