Kahvaltıda yürek yiyen Kasımpaşalı

Kurd24

Sovyetler neredeyse otuz yıl önce dağıldı ama o günün ideolojik şartları sebebiyle ortaya konulan politik ve demografik düzenin yarattığı düzensizlik henüz son bulmuş değil. Dağlık Karabağ sorunu yine patlak verdi ve tarafların gerginliği uluslararası bir sorunun da fitilini ateşledi. Görünen bu; ama aslında olan şey, gerçekleşmekte olan uluslararası depremin etkilerinden başka bir şey değil.

Kasım ayında yapılacak olan başkanlık seçimleri sebebiyle içişleriyle meşgul olan ABD’nin dünyada yarattığı boşluk, bölgesel güçlerin çıkarları için azami fayda sağlayabilecekleri hamlelere zemin hazırlıyor. Rusya tekrar Suriye sahasına silah sevkiyatıyla gündeme geliyor ve öte yandan Belurus’a müdahalede bulunurken; Türkiye birkaç alanda faliyetlerini sürdürüyor. Türkiye’nin Güneybatı ve Güney Kürdistan’daki saldırgan tutumu, Libya’da Fransa’yla, Akdeniz’de gaz üçlüsü ve Ege’deyse Yunanistan ile sürtüşme durumları hep bununla ilgili.

Doğu Akdeniz gaz havzasından kovulan, Libya ve Ege’de sıkıştırılan Türkiye bir anda Akdeniz’den çekilerek Karadeniz’de gaz buluyor ama birkaç gün sonra bu haber etkisini yitirerek iddia sahiplerinin bile gündeminden düşüyor. Fakat Türkiye’nin Suriye ve Libya’dan sonra bizzat Rusya’nın arka bahçesi olan bir alanda yeni bir cephe açması, Ermenistan-Azerbaycan arasındaki soruna doğrudan müdahil olması, çatışmanın görünürdeki Türk-Ermeni milliyetçileri arasındaki retorikten çok daha fazlası olduğu ve jeopolitik bir nedenselliğe ve anlama sahip olduğu konusunda bize ipuçları veriyor.

Son iki aydır Türkiye’nin Azerbaycan’a, uzun bir süredir Suriye sahasında kullandığı paralı askerleri sevk ettiği bilgisi dolaşıyor. Azerbaycan bu konuyu yalanlasa bile Türkiye’nin bu iddiaya karşılık Ermenistan’ın PKK gerillalarını bölgeye çağırdığına dair propagandaya başlaması hakikati ortaya koyuyor. Bu durum, Dağlık Karabağ sorunu olarak ortaya çıkan bu gerginliğin tıpkı Suriye ve Libya’da olduğu gibi uzun soluklu bir soruna ve çatışmaya dönüşeceği anlamına da gelebilir.

Ermeni-Azeri çatışmasından hemen sonra SOCAR’ın enerji hatlarının güvenliği ile ilgili yaptığı açıklama, dikkatlerin etnik bir soruna odaklandığı bu dönemde görüş alanımızı genişletti. Hatırlanmalı ki özellikle Temmuz ayının başındaki çatışma İran sınırındaki Dağlık Karabağ’dan uzak olan fakat enerji hattı yakınlarındaki Ermenistan-Azerbaycan sınırı üzerindeydi. Bu, Avrupa ve İsrail’e petrol ve doğalgaz taşıyan TANAP/TAP enerji hatlarının bu meseleden uzak düşünülemeyeceğinin bir göstergesi.

İlk çatışmanın olduğu günlerde ABD’nin Rus enerji projelerine yönelik yaptırımlarını sertleştirme kararı aldığını biliyoruz. Trump yönetiminin bu doğrultuda, Rusya’dan Türkiye’ye enerji taşıyan TürkAkım ve Rusya’dan Avrupa’ya enerji taşıyan Kuzey Akım 2 projelerindeki bazı şirketlere daha önce tanıdığı yaptırım muafiyetini kaldırma girişimi akılda tutulmalıdır. Zehirlenen Rus muhalif Aleksei Navalni ve Belarus seçimleri sonrası Rus-AB ilişkilerinin kötüleşme durumu ise işin cabası. Basın üzerine pek eğilmediyse de Ağustos ayının sonlarında ABD savaş gemileri ve Britanya Hava Kuvvetleri, Rusya’nın gölü konumundaki Karadeniz’de ortak bir askeri tatbikat yaptılar ve hemen ertesinde ise ABD, bölgedeki konsoloslukları aracılığıyla Azerbaycan ve Ermenistan’da bulunan vatandaşlarını çatışma alanlarından uzak tutmak için uyardı.

Gelişmeler elbette bunlarla sınırlı değil. Bir süredir ülkede Avrasyacı akımın kontrolünde bulunan, 2016’daki başarısız darbe girişimi sonrası Atlantikçilerle sorunları iyice ayyuka çıkan ve NATO ile sorun yaşayan Türkiye, NATO ile güney sahalarında sorun yaşayan başka bir devlet olsan Fransa’dan S400’ler rakip hava savunma sistemi alma görüşmelerine hazır olduğunu duyurdu. Bu aslında uluslar arası siyasetteki eksenlerde ne tür bir kaymaya doğru gidildiğinin göstergesi.

Son dönem bütün bu gelişmelerle birlikte düşünüldüğünde Dağlık Karabağ’daki çatışmanın, bölgesel küçük bir çatışmadan ziyade, küresel güçlerin jepolitik hesaplarının bir izdüşümü olduğu görülecektir. NATO’nun özellikle Suriye, Libya ve Belarus’taki açılımlarından sonra çok daha görünür olan Rusya’nın güneyinden yeni bir cephe açarak onların hamlelerine bizzat Rusların kendi hinterlandından cevap verdiği görülecektir.

Azerbaycan-Ermenistan gerginliğinde ilk açıklamalar Avrupa ülkelerinden geldi. Zira Azerbaycan’dan çıkan ve Avrupa’nın enerji kaynaklarını çeşitlendirme politikasının enstrümanı olan enerji hatları üzerindeki Rus tehdidine karşılık hatların her halükarda savunulabileceği gösterilmiş oldu.

Önemli bir nokta da çatışmaların Dağlık Karabağ ve İran sınırını keserek İran’ın çevrelenmesinin güçlendirilmesi ve Rusya-İran hattının en azından bir kısmını kontrol altına alınmasının hedeflenmesi ile ilgili.

Bölgesel rolünü her seferinde hatırlatan ve bunu emperyal düşüncelerinin gerçekleştirilmesi için bir çıkış kapısı olarak gören Türkiye ise Avrupa enerji hatlarının güvenliği konusundaki vazgeçilmezliğini kanıtlamaya çalışmaktadır. Rusya’nın güneyinde bir cephe açarak vekalet savaşına girmesi, Türkiye’nin, Batı’yı Rusya ile mevcut jeopolitik krizinde bir sığınma kalesi olarak görmesi ve Batı ile ilişkilerini güçlendirmesi açısından bir ameliyedir. Türkiye’nin Dağlık Karabağ’daki son hamlesi aslında neden Yunanistan ile gerginliğin neden daha önce oluşturulduğunu, tırmandırıldığını ve Yunanistan’ın masaya çektiğini, gelecekteki AB desteği düşünüldüğünde daha iyi anlaşılacaktır. Bu durum Türkiye’nin iki alanda önünü rahatlatacaktır. İlki artık Avrupa’dan Türkiye’ye herhangi bir yaptırım gelemeyeceği ve ikincisi ise ilerde Avrupa ile ilişkileri yenileme garantisidir. Bu durumda Türkiye, HDP’ye yapılan operasyonlarda da görüldüğü üzere Kürt meselesinde daha kabalaşacağı gibi ilerde kendi istediği çerçevede bir çözüm sürecini de masaya getirebilecektir.

Urfalılar bir olay karşısında kendi gücünden daha fazla cesaret gösteren kişiler için “kahvaltıda yürek yemiş” derler ve bu durum gereksiz cesareti tanımlamak için kullanılır.  Türkiye’nin son aylarda kahvaltıda sürekli yürek yiyen bir Kasımpaşalı edasıyla giriştiği bu vekalet savaşlarının çok ağır sonuçlarının olabileceğini öngörmek için kahin olmaya gerek yok. Dağlık Karabağ’daki çatışmaya Türkiye’nin dahli, nihai olarak Boğazlar ve İstanbul üzerine geleceğini öngördüğümüz Rusya-Türkiye jeopolitik çatışmasına dair ilk ciddi emare olarak okunmalıdır. Rusya’nın intikamcı dış politikası bilinir. Onun arka bahçesinde açılan vekalet savaşı cephesinin hiçbir şekilde unutulmayacağını Türkiye’nin de bildiğini düşünürsek işin ciddiyeti ve vahametinin künhüne daha iyi vakıf olabiliriz. Türkiye’nin başka bir şansı yok.

Dağlık Karabağ, Kürdistan’ın bir parçası. Burada Kürt egemenliği ve Kürt devletlerinin varlığı çok önceye dayanır. Kürdistan Uzeydi (1923), Kürdistan Okrugu (1930) ve Laçin Kürt Respublikası’nın (1992) kurulduğu bu topraklar Ermeni, Türk ve Azeri işbirliğiyle Kürtlerin etnik temizliğe uğratıldığı günlerden bu yana her ne kadar bizim için politik bir teferruat raddesine inmişse de Kürtler diğer parçalardaki politik gelecekleri açısından bu meseleyi iyice kavramalılar.

Bu sorun artık uluslar arası bir karakter almıştır ve Kürtler, ABD ve Avrupa ile olan ilişkilerini bozmayacak bir tonda Rusya ile çeşitli politik manevralarda işbirliğine hazır olduklarını ve onların Güney denizlerine inişleriyle herhangi bir problemleri olmadığını ifade etmelidir. Başur ve Rojava’da ABD ile yaptıkları gibi Boğazlar ve İstanbul konusunda da Ruslarla çalışabilecekleri bir popülasyon ve potansiyele sahip olduklarını hatırlamalılar.

 

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.