ABD, İran ve Türkiye’nin stratejisine dair bir ironi

Özetle ABD’nin yeni dış politikasının ana maddeleri Çin rekabeti, diplomasi, demokrasi, insan hakları ve en önemlisi çok kutuplu dönemlerin vazgeçilmez politikası olan güçlü müttefiklikler olacak.
ai
ai

1963 yılından bu yana her yıl düzenlenen Münih Güvenlik Konferansı bu yıl pandemi sebebiyle telekonferans olarak gerçekleştirildi.

Konferansta öne çıkan iki önemli noktanın ilki Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un geçen yıla damgasını vuran “NATO’nun beyin ölümü yaşadığı”na dair ifadelerinden sonra güven tazeleyerek NATO’ya inandığını söylemesi oldu. Macron, NATO'nun yeni bir siyasi güce, stratejik konseptini netleştirilmesine ve daha politik bir yaklaşıma ihtiyacı olduğunu belirterek yine de eleştirel tutumunu sürdürdü.

Trump hıçkırığının ABD-AB sathında sebep olduğu gerilimlerden biri olan bu durum, Biden’ın iktidara gelmesiyle birlikte kısmen de olsa hafiflemiş ve tarafları yeni bir pozisyon almaya itmiş görünüyor. (8 Temmuz 2020 tarihli “NATO Ölmüş Olabilir mi?” başlıklı yazımda bu mesele üzerinde detaylı olarak durmuştum.)

Diğer önemli nokta ise konferansa tarihinde ilk kez bir ABD başkanının katılmış olması oldu. Joe Biden konuşmasının başında neredeyse dört yıldır süren krize vurgu yaparak ABD'nin Avrupalı ortaklarıyla birlikte çalışacağına dair şüpheleri ortadan kaldırmak istediğini söyledi. Biden’ın konuşmasından öne çıkan başlıklar ABD’nin yeni dış politikasının ne olduğunun ilanı oldu. (18 Kasım 2020 tarihli “İki Kaçınılmazlık Üzerine” başlıklı yazımda politikanın tam da bu yönlerde değiştirileceğini öngörmüştüm)

Biden; ABD’nin NATO ittifakına tamamen bağlı olduğunu, Trump dönemi dış politika yaklaşımından uzaklaşılacağını, ABD’nin müttefikliklerini güçlendireceğini, IŞİD ile mücadelenin devam edeceğini, insan hakları ve demokrasinin savunulacağını, Çin ile uzun soluklu çetin bir mücadelenin ve rekabetin devam edeceğini, Pasifik’teki ortak çıkarların güvence altına alınacağını, Rusya’nın NATO için Çin’den daha yakın bir tehdit olduğunu ve Rusya ile İran meselelerinde önceki yazımda belirttiğim üzere bir kompartımantalizasyon politikası uyguladıklarını söyledi.

Özetle ABD’nin yeni dış politikasının ana maddeleri Çin rekabeti, diplomasi, demokrasi, insan hakları ve en önemlisi çok kutuplu dönemlerin vazgeçilmez politikası olan güçlü müttefiklikler olacak. Nitekim bu politikanın devreye girdiğinin ilk göstergeleri de gelmeye başladı. NATO’nun yeniden tesisi için açık kart veren Biden’ın açıklamasının hemen ardından İngiltere’nin HMS Queen Elizabeth Uçak Gemisi, üzerinde ABD savaş uçakları olmak üzere Pasifik’e sevk edildi. Bu, zaten bir süredir Hong Kong’da Çin ile dişe diş bir rekabet mücadelesine giren ve buradaki çıkarları ABD ile örtüşen Britanya’nın ve dahası Transatlantik hattının Pasifik’e vereceği önem açısından önemli bir gelişme.

Kürdistan’ın geleceği ile ilgili en büyük tehlikelerden biri, büyük güçler arasındaki stratejik çekişme ve rekabetin Ortadoğu’dan Pasifik’e kaymasıydı. Böyle bir durum Kürdistan’ı etraftaki güçlere karşı korumasız kılacağı gibi, ABD’nin bölgeye özeni ve ülkemizin onun için önemini de azaltacaktır. Nitekim Münih Güvenlik Konferansı’nda aşikâr edilen Pasifik’e kayış, Ortadoğu ile ilgili bazı politika değişikliklerini de beraberinde getirdi. Elbette bunların en önemlisi İran ile ilgili.

ABD, önceki yönetimle farkını açıkça ortaya koyacak şekilde İran’da rejim değişikliğine dair bir politika gütmek yerine onun zararlı eylemlerini takip etmeyi, özellikle Irak, Suriye ve Yemen’den el çektirmeye karşılık Nükleer Anlaşma’ya geri dönmek üzere müzakerelere önem vermeyi ajandasını koymuş görünüyor. Bu, Güney Kürdistan’a (Başûr) Bağdat’la ilişkilerinde ve Güneybatı Kürdistan (Rojava) için özellikle Suriye ile müzakerelerde yeniden teşekkül durumunda kolaylık sağlayacağı gibi Doğu Kürdistan’ın kötü talihinin en azından birkaç yıl daha böyle devam edeceğinin de göstergesi. İslam Devrimi’nden bu yana beklenen ve Körfez Savaşları boyunca yapılma ihtimali daha da güçlenen “İran’a Operasyon”un bir süre daha ertelendiği göz ardı edilmemelidir.

Görünen o ki ABD, artık diplomasi yoluyla, en az harcama ve en az enerjiyle Ortadoğu’yu düzenlemek ve idare etmek niyetinde. Bu konuya Avrupa’nın da dahil edildiğini bu gelişmelerin yaşandığı günlerde NATO’nun Irak’taki eğitim birliklerinde konuşlandırdığı kişi sayısını 500’den 4000’e çıkarmasından anlıyoruz. Bu durum Pasifik gelişmelerine yoğunlaşacak olan Batı’nın Ortadoğu ile meşgul edilmemesi için bir önlem olsa gerek. Diğer taraftan ABD, İran ile Nükleer Anlaşma’ya dönme ve ona yönelik ekonomik yaptırımları kaldırma gibi gelişmelerde AB’yi özellikle aracı olarak konumlandırıyor. Bu bilinçli politikayla ABD, Avrupa’nın İran ile görüşmelere dönüş talebini yerine getirmiş olacak.

Yolda bir kaza ile karşılaşılmazsa önümüzdeki günlerde Batı’nın İran ile birçok konuda yumuşama dönemine gireceğine şahit olacağız fakat bunun bölgemizdeki birçok taşı yerinden oynatacağını da belirtmek gerekir.

Nitekim Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani bu gelişmelerin hemen ertesinde bir telefon görüşmesi gerçekleştirdiler ve yapılan açıklamaya göre iki ülke arasında ekonomi, ulaştırma, güvenlik ve diğer alanlarda işbirliği meseleleri ele alındı. Bu görüşmenin hemen ertesinde İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’in “Türkiye’nin Irak ve Suriye’deki askeri varlığını reddediyor ve buradaki politikalarını yanlış buluyoruz” açıklaması geldi. Diğer gelişmeler ışığında bu açıklama İran’ın Kürdistan’ı da ilgilendiren konularda ABD ile anlaştığının dışa yansıması olarak okunmalıdır. Fakat daha önemlisi bu, artık İran yerine Türkiye’nin çevreleneceği anlamında yeni bir jeopolitik dönemin başlangıcıdır.

Bütün bu meselede asıl ironi, ABD’nin, İran'a uygulanan yaptırımların Rıza Zarrab ve Halkbank aracılığıyla delinmesinde rol oynadığı gerekçesiyle Türkiye’yi dışladığı bir dönemde İran ile masaya oturmuş olmasıdır. Bu, Türkiye’nin dış politikada nasıl bir hata yaptığını ortaya koyan müthiş bir ironidir.

 

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.