Han Kang-Veda Etmiyorum
Önceki hafta siz değerli okuyucularla, 2024 yılı Nobel Edebiyat Ödülü kazananı Han Kang’ın Çocuk Geliyor adlı eserini okuyup paylaşmıştım. Han Kang üzerinde haftalarca durmak istememin sebebi onun Nobel almış olması değil, onun anlattıklarında kendimi bulmam. Nobel edebiyat ödülleri açıklanmadan Veda Emiyorum kitabını almıştım, daha önce de belirttiğim gibi ancak daha yeni okuyup bitirmek kısmet oldu. Han Kang, ‘’Vejeteryan’’ adlı eseri ile Kore sınırlarını aşmış ve uluslararası bir üne, aynı zamanda genişçe bir okur kitlesine ulaştı. Veda Etmiyorum romanı birçok edebiyat ödülünün sahibi ancak son zamanlarda Nobel Edebiyat Ödülünden önce de Prix Medicis ve Prix Femina ödüllerine layık görüldü.
Peki nedir bizlerde bu kadar etki bırakan yanı bu romanın? Neden Han Kang’ın kitapları bende Nobel almış başka yazarlardan daha çok etki bıraktı? Aslında cevabı çok açık çünkü Han Kang, ortak acımızı anlatıyor da ondan. 1948 yılında, Kore’de Jeju Adası’nda gerçekleşen bir ayaklanmada Komünistlerin ve sivillerin, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) desteği ile kıyımdan geçirilmesi konu alınıyor romanda. Katliamdan geçirilen insanlar, aynı zamanda köylerinden ediliyor, köyleri yakılıp yıkılıyor ve dönemin soykırımı gerçekleşiyor. Bu roman, Kore’nin geçmişi ile buz gibi bir yüzleşmesidir. Bir yüzleşmenin romanıdır Veda Etmiyorum. Evet, Han Kang, eline bir ayna almış ve resmen Kore devletinin yüzüne tutmuş ve geçmişte yaptığı hatalarla, yanlışlarla, ayıplarla ve kıyımlarla yüzleşmesini istemiştir. Aslında Han Kang, çağın tanıklığını yerine getirmiştir bir yazar olarak. Ancak bunu öyle bir ustalıkla işlemiştir ki hayran olmamak elde değil. Bu kadar umutsuz ve karanlığın, insan boyu karlı dağlarda nasıl umutla ve inançla kalabileceğimizi gösteriyor bizlere Han Kang. Umut ve direniş, umutla sevmek ve sevmekten vaz geçmemek, onun heybesinden hiç eksik olmuyor bu çok açık. Nobel alsın ya da almasın, bir yazarın geçmişinde yaşanılan bunca acıyı uluslararası okura duyurabilmesi büyük başarıdır. Kullandığı dil bunu başarmada çok önemli bence. Tarafsız kalmak, propaganda yapmadan anlatmak zordur. Hele yürekleri yakan bir acıyı anlatmaksa anlatılan… Bizler, bu topraklarda benzer acıları çok yaşadık. Biz derken, ben yaşım itibari ile görmedim ancak büyüklerimiz yaşadı, halkımız yaşadı, köy boşaltmalarını, köy yakmalarını. Bunca acıyı yaşamamıza rağmen bu acıları uluslararası okurlara ulaştıramadığımız için utanıyorum. Kendimizi duygusallıktan kurtaramadığımız, tarafsız ve kimseyi hedefe koymadan bir dil oluşturamadığımız için utanıyorum. Acıyı anlatacak evrensel bir dil varmış, duygusallıktan uzak, yalın ve sadece yaşanılanı anlatmak için kullanılan evrensel bir dil. İşte Han Kang bize bu dili gösterdi yapıtlarında.
Veda Etmiyorum Romanı, Inson ve Gyonha adında iki kadının dostane ilişkisi üzerinden kurgulanıyor. Romanda Kar ve İğne öne çıkan metaforlar. Metrelerce karın altında ulaşılan, katliamdan geçirilen insanların bedenleri… Bir yazar ve bir belgeselci iki kadın bizleri Kore’de yaşanılan ayaklanmaya, orada kamyonlara doldurulup götürülen insan cesetlerine götürüyor. Inson, çok başarılı belgeseller yapmasına rğmen her şeyi bırakarak marangozluk işi yapmaktadır. Marangozluk işinde parmağını keser ve yerine dikilen parmağına belirli periyodlarla iğne batırılır. Bu iğne acısı onu geçmişteki yaşanılan kıyıma götürür ve gözünde tekrardan canlanır her şey. Inson’u hastanede ziyaret eden Gyonha, eve vardığında Inson’un kuşu Ima’yı ölü bulur.
O kadar canlı bir dili vardır ki romanın, yolda yürürken sanki bizim ayaklarımız ıslanır. Sanki karlı ve karanlık romanları biz adımlarız gibi hissederiz. Toplumsal bir acının evrensel dilidir Han Kang. Bir kar küreme aracı görevi görmüştür Han Kang, benzer acıları yaşamış Kürtlere ve Ermenilere ve dünyanın diğer ülkelerindeki azınlıklara ve halklara, bir acıyla evrensel bir dille nasıl yüzleşilir bunun en güzel örneğini sunuyor.
12 Eylül dönemini anlatan çok kaliteli edebi eserler verildi. Bunlara haksızlık etmek kimsenin hakkı ve haddi değil ancak bana göre 12 Eylül ve 90’lı yıllarda köy boşaltmaları ve yıkılmaları halen dünya okurlarına, evrensel ve duygusallıktan ve propagandadan uzak bir dille anlatılmayı bekliyor. Bu dili yakalayabilmek için Han Kang’ın dilini çok iyi anlamalı ve onun dilini geliştirip, üzerine edebi bir birikim koyarak yeni bir dil yaratmalıyız.