Çay, Kahve, Kürtler

Kurd24

Edinebildiğim kaynaklarda Kürtler ile çayın birlikte geçtiği en eski metin, 1928 tarihli bir devlet raporudur. Azerbaycan Tetkik ve Tetebbu Cemiyeti’nden V. M. Sısoev, SSCB Eğitim Komiserliği için hazırladığı raporda bir Kürt ağanın evindeki gözlemini aktarır. Sısoev, Laçîn’in Mîrik köyünün sahibi bu Kürt’ün zenginliğini belirtmek için “Onun nikelaj bir semaveri bile vardı. Yemekten sonra verdikleri hoşaf ve çay çok güzeldi” der.

Yani bugün kaçak çay sebebiyle Kürtler ile çay arasında kurulan romantik ilişkinin öyle sanıldığı gibi eski bir tarihi yok. Tam 90 yıl olmuş. Bu yüzdendir ki Kürt folkloru, edebiyat ve müziğinde çayla ilgili bir şeyler bulmak da pek mümkün değil. Varsa da Kürtlerin 90’lardaki son büyük göçü ile semt pazarları gibi Türk illerine dağıtılmasından sonraya aittir. 

1980’ler ve öncesi ise Kürtlerin sırtında bir çuval çay ile mayın tarlalarından geçtiği dönemi anlatır ki başı da sonu da trajedidir. Kürtler, evlerinin bir odasından diğerine geçerken kaçak olmuş ve onlar mayın patlamasının tazyiki ile sınırın her iki tarafına fırlayan kolları ve bacaklarıyla Türk çay rekoltesinin ve kotasının varlığına armağan edilmişlerdir.

Çay, İngilizlerin dünyayı işgallerinin bir sembolü olarak 17’nci yüzyıldan sonra dünyanın gündemine girmiş ve çay ticaretinin büyüklüğü, kolonilerin sayısına oranla büyümüş. Çayın İran’a ve Irak’a, doğasıyla Doğu ve Güney Kürdistan’a girişi de İngiliz işgallerinin tarihleriyle örtüşüyor. Türkiye ise 1924’te, kanun ile çay ekimine başlamış. Verimli bir tarım ise ancak 1940’ların ortalarında mümkün olmuş. Sonrasında da ithal çayda gümrük vergisi arttırılıp Türk çayının satışı zorunlu hale getirilince Kürtler de “kaçak çay” meselesine girişmiş.  

Oysa Kürdistan kahvedir.

Bu yüzden Kürdistan’da çay satan, çay içilen bütün mekânların ismi bugün bile Qehwe veya Qehwexane’dir: Qehwa Şarlo (Urfa), Qehwa Jorî (Diyarbekir), Qehwa Hemko (Amûdê), Qehwa Heso (Kirmanşah), Qehwa Miçko (Erbil) aklıma ilk gelenler. Bir zamanlar bu kahveler Kürt aydınlarının buluşma yerleriydi ve anlatılanlara göre kılık kıyafeti düzgün olmayanlar buralara alınmazmış. Zira kahve edebi ve içimi Kürt divan kültürünün bir devamı olarak görülürdü.

Mela Mehmûdê Beyazidî’nin Adat û Rusumatê Ekradiye kitabında Kürtlerde kahve kültürü ile ilgili onlarca anlatıya, pişirme biçimine denk geliriz. Mesela Kürt ekâbiri olmanın sembolik şartlarından biri, divanında kahve dağıtabilmek ve odasında kahve takımı (cezve, fincan, kahve değirmeni, havan) bulundurmaktır.

Yine kahveye dair ilginç bir anlatı savaş-kavga ile ilgilidir ki savaştan kaçan erkekler toplumun maskarası haline getirilir. Der ki Beyazidî: “Kavgadan kaçan erkeğin artık bir değeri yoktur; kadınlar onun yüzüne tükürür ve meclislerde ona fincanın tersiyle kahve verilir”. Yani toplumun dışına itilenin kahve içme hakkı da kahvenin kıçındaki oyuk kadardır. Yine aynı eserden okuruz ki Kürtlerde mitolojik bir kahve cini vardır. Kahve pişirildikten sonra cezveden bir miktar ocaktaki küllerin üzerine dökülür ki bu da Kahve Şeyhi’nin hakkıdır. Keza, Kürt mirlerinin ve ağalarının üç büyük özelliği vardır: ekmek verebilmek, ihsanda bulunabilmek ve kahve ikram edebilmek.

Kürt mirleri ve kahve denince akla elbette büyük Kürt destanı Derwêşê Evdî ve Edûl gelir. Bu destan her ne kadar Millî aşiretinin miri Zor Temir Paşa’nın kızı Edûl ile Dinayê Şerqî aşiretinden Evdoyê Milhim’ın oğlu Dewrêş’in aşk hikayesini anlatsa da destan çok daha eskilere dayanır. Bu aşk hikayesinin fonunda Kürtlerin Türk ve Arap saldırılarına karşı savaşı varken, aşka dair metafor kahve fincanı üzerinden şekillenmiştir.

Edûl’un babası Zor Temir Paşa, üç gün divanında kahve dağıtmaz. Bölgenin tüm ileri gelenlerini toplar ve tek bir fincan yemen kahvesi hazırlatır ama kimse kahveyi içmeye cesaret edemez. Zira Zor Temir, kahveyi içenin Türk ve Gassani Araplarına karşı cenge gitmesini ve eğer sağ dönerse kızı Edûl ile evleneceğini söyler. Dewrêş, Edûl’un aşığıdır ve sakinin elindeki fincan kahvesinin içinde kan, kahvenin içinde beş ejderhanın fırlayan başlarını görür. Bunların her biri savaş meydanında karşılaşacağı kişilerdir. Kahveyi alır ve başına diker. (Müthiş kahve sahnesinin, Baqî Xido’dan derlenen varyantın, anlatımını Şahîn Bekirê Soreklî’den dinleyebilirsiniz:  Dinlemek için tıklayınız

Derwêşê Evdî’deki kahve Baqî Xido’nun anlatımıyla Yemen Kahvesi’dir (Coffea Rubiaceae). Fakat bunun yanısıra Kürdistan’da yetiştirilen kahve çeşitleri de yakın zamana kadar çok yaygındı. Qehwa Xizêmok (Karahindiba kahvesi) ve Qehwa Qizbanan / Kizwanan (Menengiç Kahvesi) en çok bilinenler. Nitekim Xizêmok uzun süre Avrupa’ya ihraç edilmiş ve ta 1930’lara kadar Kürt Kahvesi adıyla satılmıştır.

Mihemed Emin Zekî Beg’den biliyoruz ki Kürt mirliklerinin yeniden teşekkülünü sağlayan Selahaddinê Eyyûbî, her Kürt mirine misafir karşılaması, kahve pişirip dağıtması ve müzik yapması için Hindistan’dan bir uşak ailesi getirterek tahsis etmiştir. Günümüzde bile Kürt ağalarının evlerinde bulunan Gewende aileleri bunların torunlarıdır ve halen de sadece bu işleri yaparlar.  

16’ncı yüzyıla kadarki Kürt mirlerinin ve divanlarının detaylı bir tasvirini göz önüne seren Şeref Xan’ın anlatımlarında kahveye denk gelmeyiz. Kürt mirleri üzüm şarabı içerler ve aralarında sürekli sarhoş gezenler bile vardır. Ne var ki Şeref Xan sonrası yaşayan Melayê Cizîrî’de de Ehmedê Xanî’de de kahveye rastlarız; Cizîrî’deki şu güzelliğe bakın:

Sond bi wê zulfa siyah ez ‘abidê husna te me

Xef dinoşim vê şerabê xweş şerab û qehwe ye
(Siyah zülüflerine yemin olsun ki ben güzelliğine tapıyorum / Gizlice içtiğim bu içki güzel şarap ve kahvedir)

Ehmedê Xanî’nin Mem û Zîn’i yine bir aşk hikayesi etrafında Kürtlerin devletsizliğine odaklanır fakat burada da canlı bir anlatımla Kürt mirlerinin günlük yaşamlarını, divanlarındaki feyz ve kemali görürüz. Kahve burada da vardır. Mesela Mem û Zîn’deki kötü karakter Bekir’in vasıflarından biri de kahveciliktir:

Daîm li derê wî qapûcî bû
Qella’ û qelaş û qehwecî

(Her zaman beyin kapısında kapıcıydı / Muhasip, haberci ve kahveciydi)*

Şu sıralar Instagram’da dolaşırken Starbucks Cafe’de oturmuş, içtiği kahveyi göstermek için fotoğraf çeken Kürt kızlarına rastlıyorum. Çay artık alelade bir yaşamın simgesi haline geldiği ve dahası düşük bir sınıf olarak Kürtlerin kültürünün bir parçası olarak stilize edildiği için Starbucks’ta kahve ile görüntülenmek epey önemseniyor. Oysa bizim kocaman bir kahve kültürümüz vardır ve yeni kuşaklar bundan habersizdir.

Artık düğün salonlarına ve 3 saate sığdırılan düğünlerimiz var; oysa eskiden düğünler üç gün üç gece sürer ve bu seremoninin ayrılmaz bir parçası acı kahve (Mırra; Melayê Cizîrî’de Qehweya Telxî) ikramıydı. Bütün düğün boyunca bir kahveci elinde bir kahve cezvesi ile dolanırdı. Şimdilerde taziye evlerine ve 3 güne sığdırılan yas törenlerimiz eskiden 40 gün sürerdi ve koca kıl çadırların önünde pişen kahve güğümleri bu yas biçiminin olmazsa olmazıydı. Düğünde de taziyede de acı kahve. Mutluluğu ve acıyı paylaşmak için.

Tam yazıyı sonlandırıyordum ki 1932 Ekim tarihli Hawar’ın 10’uncu sayısından bir ölüm ilanı gözüme çarpıyor; çevirelim: “Bu ayın on üçünde, Perşembe günü, öğleden önce saat altı buçukta Halil Ramî Bedirxan, Beyrut’ta iki oda bir salonlu evinde hakkın rahmetine kavuştu. Halil Ramî Bey sağlıklıydı, bir sandalyeye oturmuş sabah kahvesini yudumluyordu ki aniden dalıp gitti. Etrafındakiler öyle sandılar ama gerçekte onun kalbi Kürdistan’ı için bir daha çarpamayacaktı.”    

*Birçok tercümede “Qella” kelimesi yanlışlıkla “kaleci” olarak, “Qelaş” kelimesi ise kalleş yahut kurnaz olarak çevrilmiş. Fakat doğrusu Qella’, kalleye bakan kişi, muhasip demek; Qelaş ise kuzgun, siyah karga demektir. Kargalar daha önce habercilikte kullanıldıkları için klasik Kürt metinlerinde ulak olarak sembolize edilmişlerdir.)

 

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.