Politika
Prof. Dr. Ümit Yazıcıoğlu
Prof. Dr. Ümit Yazıcıoğlu

Author

Bahçeli–DEM Parti görüşmesi ve ikinci çözüm süreci üzerine bazı gözlemler ve değerlendirmeler

Bahçeli–DEM Parti görüşmesi
Bahçeli–DEM Parti görüşmesi

Türkiye’deki çözüm süreçleri genellikle toplumsal taleplerden ya da gerçek bir çözüm iradesinden ziyade, siyasi çıkarlar ve iç-dış konjonktürün etkisiyle şekillenen dinamiklerle ilerlemektedir. Bu yazıda, Bahçeli ve DEM Parti arasında gerçekleşen görüşmelerin ve ikinci çözüm sürecinin dinamiklerini ele alarak, bu sürecin gerçekçi olup olmadığına dair bazı gözlemler ve değerlendirmelerde bulunacağım.

Çözüm arayışının gerçekliği

Kişisel olarak iyimser değilim; Türk toplumu ve siyaseti, çözüm arayışında olduğu izlenimini verirken aslında problemleri sadece politik çıkarlar doğrultusunda kullanmakta ve sonunda bu sorunlar unutulmaktadır. Çözüm süreçlerinin gerçek bir ihtiyaçtan mı, yoksa iç ve dış siyasi fırsatlara dayalı bir hesaplaşmadan mı doğduğu sorusu bu yazının temel sorgulama noktalarından biridir. Özellikle Suriye’deki PYD’nin varlığı ile Öcalan’ın serbest bırakılması vaadi arasındaki bağlantı, bu sürecin doğal bir çözüm iradesiyle mi yoksa başka hesaplarla mı şekillendiğini sorgulamamıza neden olmaktadır.

Silah bırakma ve genel af ihtimalleri

Silah bırakıp teslim olacaklarına inananlar, mevcut şartlar altında bu fikre kolayca ikna edilebilirler; ancak bu düşünce, gerçekçi değildir. Saha ve koşullar doğru bir şekilde okunmadığı takdirde, bu tür fikirler insanları yanıltabilir. Ayrıca, genel af söylemleri de oldukça tartışmalıdır. Bu tür bir af, özellikle belirli bir partiye yakın mafya grupları ve siyasi cinayetlerdeki tetikçiler gibi belirli çevreleri kurtarmayı amaçlayan bir adım olarak şekillenebilir. Toplumsal barışı sağlamayı amaçlayan bir af ise mevcut koşullarda hem gerçekçi değil hem de hayal ötesidir.

Toplumsal manipülasyon ve iki yüzlülük

Türk toplumunda geniş kitlelerin, bir zamanlar terörist olarak nitelendirilen kişileri bugün barış kahramanı olarak görmesi, toplumsal cahillik ve manipülasyona açık bir anlayışın sonucu olarak değerlendirilebilir. Bu durum, toplumsal hafızanın ve bilincin ne kadar kırılgan olduğunu ortaya koyuyor. Ancak, bu geniş kitlelerin, geleceğe dair herhangi bir umut taşıdığı ve ilkeli bir siyaset anlayışının burada gelişebileceği pek mümkün görünmemektedir. Çünkü toplumsal talepler bu tür bir siyasete duyarlı değildir.

MHP’nin rolü ve Bahçeli’nin liderliği

MHP, tarihsel olarak, bir siyasi parti olmaktan çok, devlet içindeki milliyetçi bir klik tarafından yönetilen bir aygıt olarak varlığını sürdürmüştür. Bahçeli’nin liderliğindeki bu parti, toplumsal ihtiyaca karşılık verecek bir sürecin öncüsü olamaz. MHP’nin, devletin toplumsal şartlar doğrultusunda sunduğu çözümleri medya manipülasyonu ile geniş kitlelere kabul ettirme çabası, sınırlı bir toplumsal mühendislik anlayışının ötesine geçememektedir. Bu süreç, sadece küçük bir zümrenin çıkarlarına hitap eden, toplumun genel taleplerine duyarsız bir yönetim biçimini yansıtmaktadır.

Yeni anayasa ve cumhurbaşkanlığı seçimleri

Bu süreçte, özellikle yeni anayasa ve cumhurbaşkanlığı seçim koşullarıyla mevcut politik sistemin yeniden şekillendirilmesi ve bu şekillendirme sürecinin toplumsal rızaya dayanması beklenmektedir. Ancak, DEM Parti tabanı bu sürece onay verecek mi? Her iki taraf da süreci sorunsuz bir şekilde yürütebilecek mi? Bu sorular hala yanıtlanmamışken, üç kişinin kararlarının geniş toplum kesimlerinin ortak bir ihtiyacı olarak kabul edilmesi oldukça zordur.

Muhalefet ve liberallerin durumu

Muhalefetin, bu süreçte herhangi bir aktif rol oynamadığı gibi, durumu anladığını dahi düşünmüyorum. Siyaset üretme kapasitesini kaybetmiş olan muhalefet, sadece olan biteni izleyecek ve sonuca razı gelecektir. İronik bir şekilde, iyimser liberaller de çözüm sürecini iyimserlikle yorumlamakta, çaresizlikten ve alternatiflerin tükenmiş olmasından ötürü, çözümün bazı parçalarını gördüklerinde iyimserlik pompalamaya başlamışlardır. Ancak, bu kitlenin, olayları bütünsel bir şekilde değerlendirebilecek kapasiteden yoksun olduğu ve ezberlere dayalı bir entelektüel anlayışa sahip olduğu gerçeği, onların bu süreçte somut bir değişim yaratmasını engellemektedir.

Sonuç: Yapay bir tiyatro

Sonuç olarak, bu süreçten gerçek bir toplumsal ihtiyaç ve irade çıkmadığı için, bir yapay tiyatro izleyeceğiz. Bu tiyatronun senaryo sahipleri masayı devirdiğinde oyun sona erecek ve herkes bir sonraki sürecin hayalini kurmaya başlayacak. Türkiye, diğer ülkelerde olduğu gibi devletin toplum üzerinde belirleyici rol oynadığı bir yapıya sahip. Bu bağlamda, siyasetin oyunları asla bitmez; geçici çıkarlar sona erdiğinde, bu müsamere de son bulacaktır. Gerçek bir değişim ve toplumsal dönüşüm ancak toplumun kendiliğinden gelişen talepleriyle mümkün olacaktır. Ancak şu an için görülen, toplumun değil, devletin yönlendirdiği bir süreçtir ve bu süreç, tıpkı önceki çözüm arayışlarında olduğu gibi, belirli çıkarlar ve manipülasyonlarla şekillenecektir.

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.