
Prof. Dr. Ümit Yazıcıoğlu
Author
Yasaların gölgesinde bir çocuk cinayeti: Narin Güran davası üzerine hukuki ve etik bir inceleme

Sekiz yaşındaki Narin Güran’ın öldürülmesine ilişkin davada, Diyarbakır 8. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis ve diğer hapis cezaları, Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesi tarafından onanmıştır. Bu karar, yalnızca hukuki bir hüküm olmanın ötesinde, Türkiye’de aile içi şiddet, çocuklara yönelik şiddet ve ceza adaleti sisteminin işleyişinin toplumsal yansımalarını da barındırmaktadır. Çalışma, söz konusu davanın hukuki sürecini ve sosyolojik boyutlarını kapsamlı bir şekilde incelemektedir. Mahkeme kararlarına saygı duyulması gerektiği belirtilmekle birlikte, adil yargılanma ve masumiyet ilkeleri bağlamında mevcut süreçteki eksiklikler nedeniyle dosyanın Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşınmasının gerekliliği savunulmaktadır.
Bu makalede, Türkiye’de aile içi şiddet ve çocuk cinayeti vakalarına ilişkin hukuki süreçler, özellikle HTS ve baz istasyonu verilerinin delil olarak kullanımı ile yargı bağımsızlığı bağlamında analiz edilmiştir. Mevcut yargılama pratiklerindeki teknik ve toplumsal eksiklikler ortaya konmuş; adil yargılanma hakkı, bilimsel delil değerlendirmesi ve medyanın etkisi gibi kritik boyutlar detaylı şekilde tartışılmıştır. Ayrıca, hukuki kararlar ile kamuoyu arasındaki etkileşimin neden olduğu sorunlar ele alınarak, demokratik hukuk devleti ilkeleri çerçevesinde sistemin geliştirilmesine yönelik ihtiyaçlar vurgulanmıştır. Makale, karşılaşılan eleştirilere yönelik bilimsel ve ikna edici yanıtlar sunmakta ve hukuki süreçlerin şeffaflığı ile güvenilirliğinin artırılması için öneriler getirmektedir.
1. Olayın özeti ve yargılama süreci
8 yaşındaki Narin Güran, 21 Ağustos 2024 tarihinde Diyarbakır’ın Bağlar ilçesinde kaybolmuş, yapılan arama çalışmaları sonucunda 8 Eylül tarihinde Eğertutmaz Deresi’nde, bir çuval içinde ölü olarak bulunmuştur. Olay sonrasında yürütülen soruşturma sürecinde toplam 12 kişi gözaltına alınmış, bunlardan dördü hakkında kamu davası açılmıştır.
Soruşturma kapsamındaki sanıklar; mağdurun annesi Yüksel Güran, ağabeyi Enes Güran, amcası Salim Güran ve aynı zamanda itirafçı konumunda olan komşuları Nevzat Bahtiyar’dır. Soruşturmanın teknik boyutunda, özellikle Haberleşme Trafik Sistemi (HTS) ve baz istasyonu verileri üzerinde yapılan detaylı incelemeler neticesinde, şüphelilerin olay tarihinde aynı konutta birlikte bulundukları tespit edilmiştir. Bu teknik deliller, dosyada önemli bir hukuki değer taşımaktadır.
İlk derece mahkemesi olarak görev yapan Diyarbakır 8. Ağır Ceza Mahkemesi, 28 Aralık 2024 tarihli duruşmada, Yüksel, Enes ve Salim Güran hakkında “iştirak halinde çocuğa karşı kasten öldürme” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası vermiştir. Öte yandan, Nevzat Bahtiyar ise “suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme” suçundan 4 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırılmıştır. Mahkeme kararının gerekçesi, 23 Ocak 2025 tarihinde 944 sayfalık ayrıntılı bir gerekçeli kararla kamuoyuna açıklanmıştır.
Mahkeme kararlarının açıklanmasını takiben, hem sanıklar hem de mağdurun yakınları, Diyarbakır Barosu ve Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı gibi çeşitli taraflar tarafından istinaf başvuruları yapılmıştır. Bu süreçte özellikle Nevzat Bahtiyar’ın cezasının artırılması talebi ön plana çıkmıştır. Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesi tarafından yapılan inceleme sonucunda, ilk derece mahkemesinin verdiği kararların hukuki ve usuli yönden uygun olduğu değerlendirilmiş ve onaylanmıştır. Böylece dava, istinaf aşamasında hukuki açıdan kesinlik kazanmıştır.
Bu süreç, hem teknik delillerin değerlendirilmesi hem de yargılama usulü açısından hukuki normlara uygunluğun önemini göstermektedir. Ancak dosyadaki bazı delil ve usul meseleleri, sonraki bölümlerde detaylı olarak tartışılacaktır.
2. Hukuki değerlendirme
a. İştirak halinde kasten öldürme
Türk Ceza Kanunu’nun 82/1-e maddesi, çocuğa karşı işlenen kasten öldürme suçunu, genel kasten öldürme suçuna göre ağırlaştırılmış bir hal olarak düzenlemiş ve bu suçun cezasını ağırlaştırılmış müebbet hapis olarak belirlemiştir. Bu düzenleme, çocuk mağdurların özel korunma ihtiyacına vurgu yapmakta ve toplumun hassasiyetini hukuki bir zemine taşımaktadır.
Narin Güran davasında, mahkeme dosya kapsamındaki delilleri titizlikle değerlendirerek, sanıkların birlikte hareket ederek müşterek kastla suçu işlediklerine hükmetmiştir. TCK’nın iştirak hükümleri uyarınca, suça ortak katılım, failler arasında işbirliği ve suçun planlı biçimde gerçekleştirilmesi önemli unsurlar olarak kabul edilmektedir.
Mahkemenin bu yöndeki kararı, suçun ağırlığı ve toplum vicdanında yarattığı etki göz önünde bulundurulduğunda hukuki anlamda tutarlı görülmekle birlikte, kararın gerekçelendirilmesinde özellikle suçun iştirak boyutunun nasıl ve hangi delillerle ortaya konduğu konusunda ayrıntılı ve açık bir analiz yapılması, yargı kararlarının şeffaflığı ve adil yargılanma hakkının güçlendirilmesi açısından zorunludur. Bu durum, yargı kararlarının temyiz ve itiraz incelemelerinde hukuki değerlendirmeye esas teşkil edecektir.
b. Delilleri gizleme ve Nevzat Bahtiyar’ın rolü
Davanın en tartışmalı yönlerinden biri, Nevzat Bahtiyar’ın suç sürecindeki rolünün hukuki açıdan doğru şekilde tespit edilip edilmediğidir. İlk derece mahkemesi, Bahtiyar’ın cinayetin işlendiği anda suç mahallinde bulunduğunu kabul etmekle birlikte, doğrudan öldürme fiiline iştirak etmediği, ancak cesedin taşınması ve delillerin gizlenmesi gibi suçun üzerinin örtülmesine ilişkin eylemlere karıştığı sonucuna varmıştır.
Bu değerlendirme sonucunda kendisine göreceli olarak daha hafif cezai yaptırım uygulanmıştır. Ancak mağdur yakınları ve bazı hukuk çevreleri, Bahtiyar’ın asli fail niteliğinde olduğu yönünde itirazlarını sürdürmektedir. Bu itirazlar, delil toplama ve değerlendirme aşamasındaki eksikliklere, tanık beyanlarının tutarsızlıklarına ve iddiaların tam anlamıyla araştırılmamasına dayanmaktadır.
Böyle bir durumun varlığı, ceza yargılamasında failin sorumluluk düzeyinin doğru tespiti ve adaletin tam olarak sağlanması açısından ciddi endişeler doğurmaktadır. Ayrıca, delil gizleme suçunun niteliği ve ceza sorumluluğu açısından da ayrı bir hukuki tartışma konusu olup, bu hususlarda daha net ve bilimsel delil temelli değerlendirmelerin yapılması gerekir.
c. İstinaf süreci ve hukuki yeterlik
İstinaf mahkemesi süreci, Türk Ceza Muhakemesi Kanunu’nun öngördüğü üzere, yalnızca usul ve hukuka uygunluk denetimi yapmakla kalmayıp, gerektiğinde dosya kapsamındaki maddi vakıa ve delillerin yeniden değerlendirilmesini de içeren kapsamlı bir inceleme yetkisini kapsamaktadır.
Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesi’nin oy çokluğuyla verdiği onama kararı, dosyada hukuki yorum ve delil değerlendirmesi açısından görüş ayrılıklarının bulunduğunu göstermektedir. Bu durum, özellikle teknik delillerin — örneğin HTS ve baz istasyonu kayıtlarının — analizindeki bilimsel belirsizlikler ve tanık ifadelerindeki çelişkiler nedeniyle mahkemenin tam mutabakat sağlayamadığını ortaya koymaktadır.
İstinaf mahkemesinin, ilk derece mahkemesinin gerekçelendirme düzeyini hukuken yeterli bulması, yargı sürecinin hukuki temellerinin sağlamlığına işaret etmekle birlikte, maddi gerçeğin ortaya çıkarılması ve adil yargılanma hakkının tam anlamıyla korunması açısından bazı eksikliklerin ve soru işaretlerinin giderilmediği eleştirilerini de beraberinde getirmiştir.
Bu bağlamda, özellikle teknik delillerin değerlendirilmesinde bağımsız uzman görüşlerine daha fazla yer verilmesi ve tanık beyanlarının kapsamlı bir şekilde yeniden incelenmesi gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Ayrıca, istinaf sürecinin, toplum vicdanını tatmin edecek şekilde şeffaf ve ayrıntılı kararlarla sonuçlanması, hukukun üstünlüğüne duyulan güvenin pekiştirilmesi açısından kritik öneme sahiptir.
3. Sosyolojik ve kriminolojik perspektif
a. Aile içi şiddet ve suçun mahiyeti
Narin Güran vakası, aile içi şiddetin çocuk mağdurlara yönelik en trajik biçimlerinden biri olarak değerlendirilmelidir. Aile, toplumsal yapı içerisinde bireylerin sosyalleşmesinin ve korunmasının en temel alanı olmasına rağmen, burada yaşanan şiddet olayları, aile kurumunun işlevselliği ve devletin koruyucu rolleri bakımından önemli sorunlara işaret etmektedir.
Sosyolojik teoriler çerçevesinde, aile içi şiddet, ataerkil toplum yapısının bir yansıması olarak görülmekte; patriarkal güç ilişkilerinin kadın ve çocuklar üzerinde fiziksel ve psikolojik baskı biçiminde tezahür ettiği vurgulanmaktadır (Walby, 1990; Dobash & Dobash, 1992). Feminist yaklaşımlar ise, aile içi şiddetin yapısal cinsiyet eşitsizliğinin sürdürücüsü olduğunu belirtmekte; bu olgunun, sistematik ve yeniden üretilen bir sosyal gerçeklik olarak değerlendirilmesi gerektiğini savunmaktadır (Bograd, 1999; Hunnicutt, 2009).
Ayrıca, sosyal öğrenme teorisi perspektifinden bakıldığında, şiddet öğrenilen bir davranış modeli olarak tanımlanmakta ve bu tür aile içi şiddet döngülerinin, kuşaktan kuşağa aktarılabileceği öne sürülmektedir (Bandura, 1977). Bu bağlamda, Narin Güran davası, yalnızca bireysel bir ceza hukuku meselesi olmayıp, aynı zamanda toplumsal yapıların, aile içi dinamiklerin ve devlet koruma mekanizmalarının bütüncül olarak değerlendirilmesini zorunlu kılan karmaşık bir olgudur.
b. Toplumsal duyarlılık ve medyanın rolü
Medya ve kamuoyunun davaya gösterdiği yüksek ilgi, adalet talebinin toplumsal meşruiyeti açısından önemli olmakla beraber, yargılama sürecinin bağımsızlığı ve tarafsızlığı üzerinde baskı unsuru oluşturma potansiyeline sahiptir.
Medya çalışmaları alanındaki araştırmalar, medyanın özellikle “kadın fail” figürünü ele alış biçiminin, cinsiyetçi kalıpları yeniden ürettiğine işaret etmektedir (Gill, 2007; Meyers, 1997). Bu durum, toplumsal cinsiyet normlarının suç algısına yansımasını güçlendirebilir ve kadın suçlulara yönelik önyargıların pekişmesine yol açabilir.
Habermas’ın kamu alanı teorisine göre, medya aracılığıyla şekillenen kamuoyu, demokratik katılım ve yargı süreçlerinin meşruiyeti için önemli bir araçtır; ancak bu sürecin adil ve tarafsız yürütülmesi, kamuoyunun rasyonel tartışma ortamına dönüşmesiyle mümkündür (Habermas, 1989).
Sosyal psikoloji literatüründe geçen “toplumsal etki” ve “grup baskısı” teorileri, yoğun kamuoyu ilgisinin mahkeme kararlarını dolaylı olarak etkileyebileceğine işaret eder ve bu durum, adil yargılanma hakkı açısından riskler doğurur (Asch, 1951; Cialdini & Goldstein, 2004). Dolayısıyla, medyanın ve kamuoyunun yargı üzerindeki etkileri, hukuk devleti ve insan hakları ilkeleri çerçevesinde dikkatle yönetilmelidir.
c. Kurumsal sorumluluklar
Devletin sosyal koruma ve müdahale mekanizmaları, çocukların istismar ve ihmaline karşı koruyucu fonksiyonlarını yerine getirmede hayati bir öneme sahiptir. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın davaya müdahil olması, bu koruma işlevinin yasal zemindeki bir yansımasıdır.
Sosyal hizmetler literatüründe, etkin müdahale sistemlerinin çok disiplinli ve çok aktörlü bir yapıya sahip olması gerektiği vurgulanmaktadır (Munro, 2011; Gilbert, Parton & Skivenes, 2011). Erken müdahale ve risk değerlendirme modelleri, çocuk koruma uygulamalarında ihmal ve istismarın önlenmesi için temel stratejiler olarak görülmekte; risk faktörlerinin azaltılması ve koruyucu faktörlerin güçlendirilmesi öncelikli hedefler arasında yer almaktadır (Belsky, 1980; Sidebotham & Heron, 2006).
Narin Güran vakasında, sosyal çevre ve okul ortamının risk analizinin yapılması; çocuk koruma mekanizmalarının etkili işletilmesi açısından kritik önemdedir. Kurumsal kapasitenin güçlendirilmesi, disiplinler arası iş birliği ve mevzuat iyileştirmeleri, benzer vakaların önlenmesinde temel gerekliliklerdir (Finkelhor, 2009). Ayrıca, uzmanlar arası koordinasyon ve toplumun bilinçlendirilmesi yönünde yapılacak çalışmalar, sosyal hizmetlerin sürdürülebilirliği açısından vazgeçilmez niteliktedir.
4. Sonuç
Narin Güran davası, Türk ceza adalet sisteminin maddi gerçeği ortaya çıkarma ve adaletin tesisi konularında karşı karşıya olduğu yapısal zorlukları gözler önüne seren çarpıcı bir örnek teşkil etmektedir. Mahkeme kararları mevcut mevzuat çerçevesinde hukuki bağlayıcılığa sahip olmakla birlikte, dava sürecinde kullanılan teknik delillerin — özellikle Haberleşme Trafik Sistemleri (HTS) ve baz istasyonu kayıtlarının — güvenilirliği ve geçerliliği, tanık beyanlarındaki tutarsızlıklar ile psikolojik raporların değerlendirilme biçimi, ciddi hukuki ve bilimsel tartışmalara zemin hazırlamaktadır. Bu bağlamda, teknik delillerin adil yargılanma ilkesi doğrultusunda titizlikle incelenmesi ve sürecin usul kurallarıyla tam uyumlu olarak yürütülmesi elzemdir.
Söz konusu dava, aile içi şiddet ve çocuk cinayetleri gibi ağır suçların yalnızca cezai yaptırımlarla sınırlı kalmayıp, aynı zamanda önleyici tedbirlerin geliştirilmesi, sosyal rehabilitasyon mekanizmalarının güçlendirilmesi ve toplumsal bilinçlendirme faaliyetlerinin yaygınlaştırılması gerekliliğini açıkça göstermektedir. Çocuk koruma politikalarında disiplinlerarası işbirliğinin artırılması ve bütüncül yaklaşımların benimsenmesi, benzer trajedilerin önlenmesinde kritik bir rol oynamaktadır.
Yargı bağımsızlığı ve mahkeme kararlarının bağlayıcılığı temel bir hukuki ilke olarak korunmalıdır; ancak bu ilke, teknik delillerin bilimsel esaslara uygun değerlendirilmemesi, tanık ifadelerinin kapsamlı analiz edilmemesi ve sanık savunmalarının yeterince dikkate alınmaması durumunda, adil yargılanma hakkının özünü zedeleyebilir. Bu nedenle, dosyanın yeniden değerlendirilmesi ve hukuki prosedürlerin eksiksiz işletilmesi, yargı süreçlerinin meşruiyeti açısından zorunlu görülmektedir.
Bu çerçevede, ulusal hukuk yollarının tüketilmesi sonrasında Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapılması ve devamında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşınması, temel hak ve özgürlüklerin korunması bağlamında büyük önem taşımaktadır. Zira dava sürecinde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin güvence altına aldığı adil yargılanma hakkı, masumiyet karinesi ve özel yaşamın korunması gibi temel hakların ihlal edilmiş olabileceği hususunda ciddi endişeler bulunmaktadır.
Sonuç olarak, Türkiye’de aile içi şiddet ve çocuk cinayeti niteliğindeki davaların hukuki süreçlerinin daha sağlıklı, bilimsel ve adil biçimde yürütülebilmesi, yalnızca cezai yaptırımların etkinliğine değil, aynı zamanda yargısal ve toplumsal altyapının güçlendirilmesine bağlıdır. Bu bağlamda, her şeyden önce teknik delillerin, özellikle de dijital izler, HTS verileri ve baz istasyonu kayıtları gibi karmaşık yapıdaki unsurların, uluslararası bilimsel standartlara uygun şekilde değerlendirilmesi elzemdir. Ayrıca, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı, yalnızca anayasal bir güvence değil, aynı zamanda kamu vicdanı açısından da temel bir meşruiyet kaynağıdır ve bu nedenle mutlak bir titizlikle korunmalıdır. Buna paralel olarak, kamuoyu ve özellikle medya organlarının yargı süreçleri üzerindeki doğrudan ya da dolaylı etkilerinin sınırlanması, adalet mekanizmasının tarafsız işleyişi açısından kritik önem taşımaktadır. Bu üç temel unsur—bilimsel delil değerlendirmesi, bağımsız ve tarafsız yargı, medya etkisinin dengelenmesi—birlikte değerlendirildiğinde, Türkiye’deki ceza adaleti sisteminin daha adil, etkin ve hukukun üstünlüğüne dayalı bir yapıya kavuşturulması yönünde yapılması gereken yasal ve kurumsal reformların öncelikli başlıklarını oluşturmaktadır. Bu reformlar, aynı zamanda demokratik hukuk devleti ilkesinin içselleştirilmesi ve sürdürülebilir kılınması açısından da stratejik bir gerekliliktir.