Bayram Bozyel
Author
Kürtlerin haysiyet meselesi; Rojava
Dünyadaki bütün Kürtlerin gözü kulağı Rojava’da ABD, HTŞ’yi İsrail ile, İsrail’i Türkiye ile, SDG’yi HTŞ ile, Türkiye’yi SDG ile uzlaştırıp belirlediği hedef etrafında hizaya getirmeye çalışıyor
Kürtlerin, büyük güçlerin müdahale ve ihanetleriyle örselenmiş travmatik bir tarihi var.
İkinci Dünya Savaşı’nda Sovyetler Birliği’nin İran’a girmesiyle oluşan siyasi denklemde 1946 yılında kurulan Mahabad Cumhuriyeti, aynı yıl Sovyetler Birliği’nin bu ülkeden çekilmesiyle İran güçleri tarafından kanlı bir şekilde yıkıldı. Kürtler, kurdukları bu ilk ve körpe cumhuriyetin yıkılmasından ve liderleri Kadı Muhammed’in idam edilmesinden büyük ölçüde Sovyetleri sorumlu tuttu ve bu ülkenin yaptığını hiç unutmadı.
Irakla yapılan 11 Mart 1970 Özerklik Antlaşması’nın çökmesi sonucunda ABD ve İran’ın desteğiyle Irak Baas rejimine karşı savaşan Mustafa Barzani, İran ve Irak’ın 1975 yılında yaptıkları Cezayir Antlaşması ile sırtüstü ortada bırakıldı. Kürtler milyonlar hallinde yurtlarını terk etti, geride kalanlar Bas rejimi tarafından hunharca katledildi. Kürt halkı ABD ve İran’ın bu ani dönüşünü asla affetmedi ve Cezayir Antlaşması’nı bir ihanet antlaşması olarak hafızalara kaydetti.
25 Ekim 2017 Kürdistan Bağımsızlık Referandumu Kürtlerin barışçıl ve demokratik irade beyanından başka bir şey değildi. ABD ve Batılı güçlerin buna yanıtı Haşdi Şabi vb. güçlerin ipini serbest bırakmak, Kerkük ve diğer Kürt bölgelerini işgal etmelerine kapı aralamak oldu. Birden bütün kapılar üzerlerine kapandı, Kürtler aç bırakılmakla tehdit edildi. Oysa DAİŞ’e karşı savaşta Peşmerge sadece kendi halkı için değil, aynı zamanda ABD ve Avrupa vatandaşları adına da on binlerce şehit vermişti. Kerkük’ün işgali Kürt toplumunda derin bir travmaya yol açtı.
Suriye’de eski rejim değişti ama…
7 Ekim sonrası gelişmelerin domino etkisiyle 8 Aralık 2024 tarihinde eski rejim yıkıldı. ABD ve müttefiklerinin onayı ve Türkiye’nin teşvikiyle Heyeti Tahrir Şam (HTŞ) adlı radikal örgüt gelip Şam’a yerleşti. Türkiye’nin HTŞ’ye verdiği desteğin ideolojik ve dini nedenleri var elbet. ABD ise İran’a ve Direniş Ekseni’ne karşı HTŞ’yi bir denge unsuru olarak görüyor ve başka alternatif olmadığı için HTŞ ile Suriye’yi toparlamaya çalışıyor.
Suriye gibi yıkılmış ve parçalanmış bir ülkenin en son teslim edileceği örgüttür HTŞ. Demokratik zihniyetten uzak, ülkenin çoğulcu yapısını kucaklama iradesinden yoksun bir yapının iktidarı alması Suriye için bir handikap. HTŞ’nin geçmiş sicili ve icraatları bir yana, onun yeni anayasa konusundaki tutumu Arap milliyetçiliği ve İslam hukuku perspektifini aşamıyor. Yeni rejimin Akdeniz sahilindeki Alevilere ve güneydeki Dürzi toplumuna karşı gerçekleştirdiği katliamlar HTŞ’nin yeni Suriye’nin inşasındaki inandırıcılığını zayıflatıyor.
Öte yandan ilgili aktörler HTŞ’den kaynaklı söz konusu açmazları bırakmış, siyasi, askeri ve kültürel birikimiyle demokratik Suriye’nin kuruluşuna katkıda bulunma potansiyeli yüksek Kürtleri ve SDG’yi mevcut yönetime nasıl entegre edeceklerine odaklanmış görünüyorlar.
Türkiye baştan itibaren her fırsatta SDG’nin dağıtılıp bir an önce Şam’daki geçici yönetime katılması için bastırıyor. Benzer şekilde Amerika yönetimi SDG’nin Şam’a entegre olması için yoğun bir mesai sarf ediyor.
Bundan bir süre ABD Suriye temsilcisi Tom Barrack’ın Suriye Kürtleriyle ilgili Ankara’nın ağzıyla yaptığı açıklamalar Kürt toplumunda büyük bir tepki toplamıştı.
Son olarak 2 Kasım’da ABD Başkanı Trump’ın Beyaz Saray’da HTŞ lideri Ahmed Şaraa ile görüşmesi ve toplantının bir aşamasına Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın katılması Kürt toplumunda bilinen kaygıları bir kez daha depreştirdi. Acaba ne oluyordu, ABD bir kez daha Kürtleri satıyor muydu?
ABD rol dağıtıyor
ABD’nin Orta Doğu politikasında önceliğin İsrail’in güvenliği olduğu genel kabul görüyor. Bu çerçevede Trump’ın Beyaz Saray’daki görüşmede yaptığı şey Ahmed Şaraa başkanlığındaki Şam yönetimini İsrail ile barışık olma yönünde teşvik etmek oldu. Geçici Suriye yönetimi ise İbrahim Anlaşmaları'na bugünden dahil olmayacak belki, ama İsrail ile geçinmeye dünden razı.
ABD’nin ikinci hedefi ise Suriye’yi DAİŞ’e karşı koalisyona dahil etmek. Yeni yönetimin ise ABD’den elde edeceği meşruiyet karşılığında bu projeye evet demesi dışında bir seçeneği yok. Suriye’nin DAİŞ’e karşı koalisyona katılması SDG ile Şam yönetimi arasında ortak bir alan oluşturması bakımından da olumlu bir adım.
ABD ve batılı güçler Suriye’ye yönelik ambargoları kaldırarak bir yandan da Ahmed Şaraa’yı Suriye’yi toparlamaya teşvik ediyorlar. Ancak her keresinde yönetimin uygulamalarına bakacaklarını ve açtıkları kredinin sınırlı ve koşullu olduğunu ifade etmekten geri kalmıyorlar. Şaraa’nın zaman içinde ehlileştirilerek yönetilmek istendiği anlaşılıyor.
ABD’nin hedeflerden biri de Suriye’de merkezi bir yönetim oluşturmaktır. Bu kapsamda SDG’nin merkezi yönetime entegre edilmesi önemli bir gündem konusu.
Merkezi orduya entegrasyondan kasıt SDG’nin dağıtılması ve savaşçılarının bireysel olarak merkezi orduya katılması değil elbet. SDG disiplin, eğitim ve teknolojik donanım bakımından Suriye’de başat bir askeri güç durumda. Hem DAİŞ’e karşı mücadelede hem de yeni kurulacak Suriye’nin savunmasında SDG vazgeçilmez bir güç gibi görünüyor. SDG’yi dağıtmak demek hem DAİŞ’e karşı savaşı sekteye vurmak, hem de Suriye’nin savunmasını zaafa uğratmak anlamına gelir. Bu açıdan Türkiye’nin öngördüğü biçimde SDG’nin kendini dağıtarak merkezi orduya entegre edilmesi gerçekçi ve Suriye’nin yararına ir seçenek değil.
ABD’nin yeni Suriye vizyonu çerçevesinde Hakan Fidan’ın New York’taki Trump-Şaraa görüşmesine çağrılmasının bir anlamı var. ABD yönetimi böylece Türkiye’ye Suriye’nin yeniden inşa sürecinde rol vermiş ve verilen rolün sınırlarını çizmiş oluyor; Türkiye Suriye’de İsrail ile karşı karşıya gelmeyecek, Suriye’nin DAİŞ’e karşı koalisyona katılmasına eşlik edecek ve SDG’nin Şam yönetimine entegrasyon sürecinde yükümlülük altına girecek.
Özetle ABD Suriye’de çatışma istemiyor. Aynı anda HTŞ’yi İsrail ile, İsrail’i Türkiye ile, SDG’yi HTŞ ile, Türkiye’yi SDG ile uzlaştırıp belirlediği hedef etrafında hizaya getirmeye çalışıyor.
Sahanın gerçekleri ve istikrar
Rusya’nın bölgeden çekilmesi ve İran’ın aldığı ağır darbeden sonra Suriye’de ABD artık rakipsiz, ama yalnız değil. Suriye sahasında ABD’nin yanı sıra İsrail, Türkiye, Körfez ile AB üçlü troikası Fransa, İngiltere ve Almanya var.
Washington'daki asıl gündem, Suriye'nin üniter yapısından çok, İsrail merkezli yeni bölgesel mimarinin inşasının Suriye ayağını düzene koymak. Trump son hamleyle bir yandan Türkiye’yi bir ölçüde sürece dahil etmiş oldu, öte yandan da Suriye’de mevcut aktörleri yakınlaştırıp çatışma zeminini yumuşattı denilebilir.
Suriye’nin geleceğinde esas gözetilmesi gereken nokta ülkenin çok uluslu, çok dinli çok kültürlü sosyolojik ve siyasi yapısıdır. Suriye’de tekçi ve merkezi yapıda ısrar etmek geçmişin tekerrürü anlamına gelir. Suriye’yi sadece Sunni Araplara, üstelik onların en radikal dinci kesimlerine teslim etmek ülke istikrara kavuşturmaz. Toplumun geniş bir kesimini oluşturan Alevileri, farklı inançtaki Dürzi ve Hristiyanları kapsamayan bir rejim demokrasi olamaz. Kürt toplumu hem Orta Doğu’da hem de Suriye’de istikrar ve demokrasinin inşasında kilit konumda olan bir aktördür. Rojava’da Kürtlerin siyasi, kültürel ve asker birikimi Suriye’nin ayağa kaldırılması bakımından büyük imkandır. Hiç kimsenin bu gerçeği görmezlikten gelme lüksü yok. Ülkenin toplumsal gerçeği, demokrasi ve istikrar arayışı, Suriye’de çoğulcu, demokratik, federal bir sistemi gerekli kılıyor.
Kürtlerin gözü kulağı Rojava’da
Suriye’de Kürtler uzun yıllar dışlandı, kimlikleri yok edildi, büyük bir mezalime uğradı. 2014 yılında ortaya çıkan DAİŞ barbarları en başta Kürtleri hedef aldı. Buna karşı Kürtler DAİŞ belasının defedilmesinde on binlerce şehit verdi, büyük bir bedel ödedi. Esad rejiminin yıkılmasından sonra şimdi hem Kürtler hem de Suriye’nin geri kalanı için yeni bir umut doğmuş durumda. Özgür, demokratik ve onurlu bir yaşam umudu geçmişe kıyasla şimdi daha yakın.
Dünyadaki bütün Kürtlerin gözü kulağı Rojava’da. Yürekleri ağızlarında Suriye’de olanları pür dikkat izliyorlar. Orada beliren özgürlük umudunu karartma ihtimali olan her şey onları tedirgin ediyor. Rojava ile yatağa giriyor, Rojava ile gözlerini açıyorlar. En büyük korkuları yeni bir ihanete uğramak… Şu gök kubbe altında Rojava’daki kardeşlerinin özgürce yaşayacağı bir vatan parçası olsun istiyorlar.
Çünkü Rojava’yı haysiyet meselesi olarak kabul ediyorlar.
*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.