Duygu, duygusallık ve duyarlılık

Bir şeyi niçin istiyorum sorusunun kesin iki cevabı var: Birincisi kendim için istiyorum, ikincisi onun için istiyorum

y
y

Eskilerin his dediği şey, şimdiler de sanki başka bir anlam dünyasının ürünüymüş, öne çıkarılarak altı çizilen ve adına duygu denilen, aslında zihinsel faaliyeti öncesi karşılaştığımız, bize değen bir dış uyarıcıdır. Başka da bir gerekçelendirmeye ihtiyaç duymadığımız, sempati ve antipati ekseninde ön kabul ile zihnimizi açtığımız ve kendi anlam dünyamız içinde bir şeyi niçin istediğimize bağlı olarak içimize yerleşen algı parçacıkları olan duygular, kişilik ve karakterimizin şekillenmesinde çok önemli roller üstlenirler. Bilindiği gibi duyu organlarımız bizim ilk yorum organlarımızdır ve sonradan karakterimizin bir parçası olacak olan bu alışverişe ilk vizeyi onlar verir. Hisler ya da daha afili adıyla duygular, ham uyarıcılardır. Duyguları ham bir malzeme olarak kullanan zihnimiz, bu hissedişi niçin istiyorum ve onunla ne yapacağım sorularıyla, kültür dünyamıza havale eder.

Bir şeyi niçin istiyorum sorusunun kesin iki cevabı var: Birincisi kendim için istiyorum, ikincisi onun için istiyorum. Eğer tercihimiz bizden yanaysa, o şey bizim arzumuzun aracı haline gelir ve bize yararlı olduğu müddetçe bu yararı sürdürebildiği müddetçe, elverişli bir vasıta olarak bize hizmet eder. Bunun anlamı şudur; biz kendi ihtiyacımız için duygu besleriz. Her şey bizim içindir ve şeylerin bizim için var olan pratik yararı onu bizim nezdimiz de önemli kılar. Kendimiz için istediğimiz bütün şeyler değere dönüşmezler, sadece önemli olarak kalırlar çünkü onu kendimiz için istediğimiz için en yüksek değer biziz. Bizim olduğumuz yerde, bizden başka her şey talidir ikincildir ve sadece bize yararlı olduğu için bir öneme sahiptir.

Bir şeyi o şey için istiyorsak, kendimizi ve arzularımızı aşarak, o şeyle ilişkileniyoruz anlamına gelir. Burada kişisel yarar birinci planda değil, her şeyden önce o şey bizim için, hemen tüketilecek pratik bir arzu nesnesi değildir. Çünkü onu onun için istemek, öncelikle onu anlamayı ve kavramayı gerektirir. İşte bu anlama ve kavrama çabası, bizi bir tür teorik bir seviyeye taşır ve onu kendimizle eşitlemeden de onu idrak etmemiz mümkün olmaz.

Bir şeyi ya da bir insanı kendimiz için seviyorsak, bu tutumumuzun adı duygusallıktır; bir şeyi ya da bir insan onun için seviyorsak bu tutumumuz ise duyarlılıktır. Bu yanıyla duygu, kendi başına ya bir bilince ve kültüre dönüşür ya da ilkel zamanlardan kalma bir içgüdü olarak varlığını sürdürür. Kendi başına duygu asla içgüdü niteliklerinin üstüne çıkmaz ama eğer aynı duygu, zihin dünyamız da bir bilince, bir bilişe ve dolayısıyla bir kültüre dönüşürse, ötekinin varlığını bir değere dönüştürür.

Ham duygular güvenilmezdir; baskın çıkan her şeyin izini takip eder. Söz gelimi az önce çok beğendiğimiz yeşil eteği, biraz sonra görüp çok beğendiğimiz bordo bir etek için hiç düşünmeden harcar ve onu oracıkta terk ederiz. Aslında bu tuhaf bir ilkelliktir. Söz konusu ilkellikten azade olabilmek, duyu organlarımıza çarpan her dış uyarıcıyı zihnimize havale etme yeteneğimize bağlıdır. Düşünce desteğinde yoksun hissedişler, nadiren iyi şeylerin oluşmasına vesile olurlar.

Aşkın kısa ömürlü olmasının biricik nedeni, aşık olduğunu ileri süren kişilerin, ötekini kendisi için arzu etmesidir. Birini kendimiz için arzuladığımız da onu egemenlik alanımıza taşımak isteriz. Gerçek iktidar sahibi gibi kendi hayat tarzımızı ve kültürümüzü, heveslerimizle birlikte ona dayatırız. Dayatmalar aşka dair şeyler değil. Dayatma, bir duyguyu ilişki seviyesinde tutar. İlişki kim ne derse desin bir alışveriştir. Aldığı kadarıyla vermek eylemidir. Ve bu alışveriş asla aşk değildir. Aşkın gözü beklentiler için kördür. Çünkü aşk bir ilişki değil, ötekiyle dünyayı deneyimlemektir. Ötekinin deneyim düzeyini kendisi için gönüllü olarak talep etmektir. Erich Fromm, Aşka göre ateşi çok daha düşük olan sevgiyi tarif ederken üç olgudan söz eder. İlgi, bilgi ve sorumluluk kavramlarının altını çizer. Buradaki üç kavram da öteki içindir. Yani ona duyulan ilgi, yani onun vakıf olunan bilgisi ve yine yani ona duyulan sorumluluk.

Esasen duygu ve duyarlılığı ayrıştıran olgular da bu üçlüdür. Bir şeye karşı ilgili, bilgili ve sorumluca davranıyorsak orada duygu, duyarlılığa dönüşmüştür. Duyarlı olmak dış dünyaya açık olmak demektir. Şeyleri, olduğu gibi kabul etmeye en yakın duruşa sahip olmak demektir.

Duygu kıymetlidir. Duyguyu değere dönüştüren duyarlılıktır. Duygusallık kendi başına hiçbir şeydir.

 

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir