Erdoğan ‘Kürdistan eyaleti vardı’ demişti

Akif Beki

DİYARBAKIR (K24)

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde basın danışmanlığını yapan gazeteci Akif Beki, Erdoğan’ın “Kürdistan eyaleti var mı yok mu, açın birinci meclis zabıtlarına bakın” dediğini söyledi.  

Türkiye Milli Savunma Bakanı Hulisi Akar’ın “Türkiye'de ve Türkiye'nin dışında Kürdistan diye herhangi bir coğrafi bölge yok” açıklamasına ilişkin gazeteci-yazar Akif Beki, Erdoğan’ın başbakanlık dönemindeki konuşmalarını hatırlatarak, Erdoğan’ın AK Parti Grup Toplantısında meclisin çatısı altında, “Kürdistan eyaleti vardı, Lazistan eyaleti vardı, açın bakın işte birinci meclis zabıtlarında da görürsünüz” dediğini anımsattı.

Beki, ayrıca Türkiye’de son günlerde yeniden tartışma konusu olan 50+1 sistemine de değinerek, “Ben sistemin sürdürülebilir olduğunu düşünmüyorum” şeklinde konuştu.

Akif Beki K24’ün sorularını yanıtladı.

Türkiye Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, geçtiğimiz günlerde “Türkiye'de ve Türkiye'nin dışında Irak dahil Kürdistan diye herhangi bir coğrafi bölgenin olmadığını” söylemişti. Ama Erdoğan’ın daha önce birkaç kez Kürdistan dediğini biliyoruz. Hatta bir keresinde Erdoğan, ‘Kürdistan diyenler Irak’ta Kürdistan vardır oraya gitsinler’ demişti. Bu iki yaklaşımı nasıl okumak lazım? 

Hayret ediyorum, la havle diyorum, illallah diyorum. İki tane AK Parti var. Eski AK Parti ile yeni AK Parti. Yeni AK Parti eski AK Parti ile saç saça baş başa kavga halinde.  Akıl alır bir iş değil. Dün savunduğu, hararetle ateşli bir şekilde savunduğu ne varsa bugün daha ateşli ve hararetle karşı çıkan bir AK Parti var. Akıl alır bir şey değil. Yani “Kürdistan var mı yok mu, açın nutka bakın, birinci meclisin zabıtlarına bakın, Osmanlıya dönün bakın” diye AK Parti’nin lideri Erdoğan’dır. Bugün de AK Parti’nin lideri Erdoğan’dır. Fakat AK Partili bir bakan bugün Kürdistan diye bir yerin olmadığını söylüyor ve o arada da fotoğrafını gösteriyorlar. Peki, Mesud Barzani ile bu önünde fotoğraf verdiğiniz bayrağın fotoğrafını niye gösteriyorsun. Bir de Kürdistan diye bir yer yok diyor. Akıl alır bir iş değil, “Kürdistan eyaleti vardı, Lazistan eyaleti vardı, açın bakın işte meclis zabıtlarında da görürsünüz” diyen Erdoğan’dı. Bunu AK Parti grup toplantısında meclis çatısı altında söylemişti.  Öyle yüz yıl önce de değil. Nasıl inkar edilebilir bu kadar açık ve basit bir gerçek? Bununla mı uğraşacak Türkiye. Irak’ta Kürdistan otonom bölgesi var. Türkiye’nin bütün dertleri bitti de şimdi orayla mı uğraşacak? “Hayır, yok. Adını silin, Kürdistan demeyin” mi diyecek? Bu nasıl bir absürt çabadır. Böyle bir anlayış iktidarda nasıl bir karşılık, temsiliyet bulur? Aklım almıyor. Günlük siyasette işi olmayan, geçim derdinde olan vatandaşa da bunu sorduğunuzda herhalde “Bu nasıl bir saçmalık” der.

50+1 tartışmaları nedir? AK Parti yetkilileri sistemin değişmesi gibi bir gündemlerinin olmadığını söylüyor. Erdoğan da “Karar mercii meclistir” dedi. Sistem üzerinde AK Parti ile Erdoğan arasında bir sorun mu var sizce?

Sistemi her yönüyle mükemmel bulup, sadece 50+1 hata olarak değerlendirdiklerine göre fırsat bulunsa 50+1’i değiştirmek isteyeceklerdir. 50+1’in yanlış olduğu söylemi aynı zamanda kendi içerisinde bunu değiştirme arzusunu da barındırıyor. Fakat ona fırsatlar el verir mi? Sorun orada.

Sizce o ortam var mı? Erdoğan ile Bahçeli görüşmesinde, “yüzde 50+1 ile seçime gidileceği” yönünde karar alındığı da konuşuluyor. 

Ona elverişli ortam yok. MHP de zaten tavrını ortaya koydu. Bahçeli, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin meşruiyet temelinin olduğunu söyledi 50+1’in.  Zaten çoğunluğun onayını, iradesini istemeden bu kadar yetkiyi tekeline almak istemek de demokratik meşruiyet tartışmasına yol açar. Bahçeli onu söylemiş oldu. Yani hem hiç kimseye nasip olmamış, görüşmemiş bir şekilde bütün yetkileri tek elde toplayan kişi hükümeti sistemi kuracaksınız, -tek karar verici olacak bu sistem- hem de “Ya seçimde birden fazla adaydan en fazla oy alan birinci gelen kim olursa, ne kadar oy almış olursa olsun o bu yetkileri kullansın, o kişi hükümeti olsun” diyeceksiniz. Bu olmaz. Bu, Türkiye’nin de taşıyabileceği bir şey değil.

Peki, sistem devam edecek mı?

Ben sistemin sürdürülebilir olduğunu düşünmüyorum. Büyük bir tıkanıklığın yaşandığı da ortada zaten. Günde bin tane evrak imzalayan bir kişi hükümetinden söz ediyoruz. Türkiye 84-85 milyonluk bir ülkedir. Burayı bu kadar katı, aşırı merkeziyetçi bir modelle yönetmek mümkün olmaz. İşler yürümez tıkanır, sistemin en büyük vaatlerini 3 yıl geçtikten sonra yerine yetirememiş olması da zaten bu sistemin devam edemeyeceğinin göstergesidir.

Neydi o vaatler?

Hatırlayın, mesela bu aralar sık sık hatırlatılıyor, ‘şu kardeşinize yetkiyi verin, faiz, enflasyonla, dolarla, şunla bunla nasıl mücadele edilir görün’ demişti Cumhurbaşkanı. 2018’de bu sisteme geçildi. Şimdi enflasyon ortada, faiz ortada, dolar ortada, işsizlik ortada, ekonominin hali ortada. Hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı baş gösterdi, eve ekmek götürme derdini yaşıyor millet. Bu şartlarda 3 yıllık denemede sistemin bir başarı gösterdiği söylenebilir mi? kimse söyleyemez. Sistemin en büyük vaatlerinden bir tanesi de yemin ettiği gün Erdoğan tarafından söylenmişti. “Ne yetki istediysek millet verdi, bundan sonra mazerete yer kalmadı, başarmaktan başka seçeneğimiz yok” Erdoğan. E peki sistem bunu yerine getirdi mı? ‘Mazerete yer kalmadı, başarmaktan başka seçeneğimiz yok’ sözü yerine geldi mi? Artık işler iyi gitmediğinde kötü yönetim mi bundan sorumlu tutuluyor yoksa halen dış güçler mi sorunlu gösteriliyor? “Ne istediysek millet verdi, bundan sonra mazerete yer kalmadı, başarmaktan başka seçeneğimiz yok’ deyip sözünü yerine getiremeyen bir sistemden söz ediyoruz. Hala başarısızlığın sorumlusunu olarak içeride muhalefet, dışarıda birtakım güçler gösteriliyor. Bütün yetkileri kendisinde olmasına rağmen AK Parti kötü gidişatın sorumluluğunu üstlenmiyor. Sistem yetkileri tek elde toplamaktan başka ne verdi millette.  Hiçbir şey verdiği yok. Dolayısıyla sürdürebilir değil. Sorunuzun cevabı bu.

O zaman dolarda bu kadar anı yükselmeler ve yaşanan ekonomik krizin sebebi bu sitem mi olmuş oluyor?

Türkiye’de ekonomi politikasının tek belirleyicisi var. Kişi hükümeti sistemindeyiz zaten. En son grup konuşmasında cumhurbaşkanı kendi ekonomik anlayışını paylaşmayanlarla yol yürümek zorunda olmadığını söyledi. Onu da dinin nassına dayandırdı. Yani ‘Allah’ın dediğini yapmaktan başka seçeneğimiz yok’ diyerek aslında yanlış faiz politikasından dolayı bunun yol açtığı sorunların sorumluluğunu bile böylece dine yüklemiş olmadı mı? ‘Allah dedikten sonra elimizden ne gelir’ bir söylemle karşı karşıyayız. Bu durumda sistem tek karar vericiliği esas alıyor. Bununla cumhurbaşkanının benimsediği ekonomi görüşüyle ters düşen hiç kimsenin sistemde şansı yok. Laf dinlemeyen Merkez Bankası başkanları bile yerlerinde duramıyor. Normal Merkez Bankası bağımsız bir kurum. Fakat bağımsız davranabiliyor mu? Laf dinlemediği için kaç başkan görevden alındı. Dolaysıyla ortaya çıkan ekonomi yıkımın sorumlusunu sistem söylemiyor mu bize? Bu sonuç nasıl buraya geldi? Sistemin işleyişi bu sonuçtan kaçınmaya imkan vermiyor. Merkez Bankası Başkanı bile bu tek karar vericilik sistemde bağımsız hareket edemiyor. Demek ki bu sonuç sistemin yol açtığı bir sorun.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘helalleşme’ açıklamasının gündemde fazlaca yer almasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kılıçdaroğlu çok açık bir şekilde söyledi. Bazen tepkilere bakınca şaşırıyorum. Kendi derdini anlatan kısa ve özlü bir konuşmaydı o. Herkesin basit bir şekilde anlayacağı cevaplar vardı. Türkiye’de bir kesimin yarası yok, farklı kesimlerin farklı yaraları var. Bu yaralardan bazılarının CHP tarafından açıldığını da kabul etti, sorumluluğunu da üstlendi. Şimdi Kürtler konusunda CHP’nin geçmişine yöneltilen suçlamalar inkar ediliyormuş gibi tepki göstermenin bir alemi var? kabul ediyor zaten onu. Bununla yüzleşmek istediğini söylüyor. Helalleşmeyi de tek yönlü bir irade olarak ortaya koymuyor zaten.  Helallik istemek ve vermekten bahsediyor. Aynı zamanda CHP’nin de helallik alabileceği durumların olduğunu söylüyor. 

O zaman ‘Helalleşme’yle neyi istiyor?

Ya geçmişte hatalar yaptık, bunu aşalım dediği için istiyor. Ama sen geçmişte hatalar yapmıştın demek artık anlamlı değil. Şimdi sadece Kürtler ‘helalleşmenin’ muhatabı değildi. Türkiye’de Aleviler, dindarlığı, yaşam biçimi, kılık kıyafeti sebebiyle ayrımcılığa uğramış muhafazakârdalar, Sünni hanifi Türkler, onların da CHP’le meselesi var. Onlar da bu çağrının muhatabı. Helallik alma pozisyonundan sadece bir kesim yok.  Bu bilinçle yaklaşmak lazım. Kılıçdaroğlu ‘ben toplumu barıştırmak istiyorum’ diyor. 

MHP’nin geçmişteki koalisyon ortaklıklarında da ekonomik kriz yaşandı, AK Parti’nin buna rağmen MHP’yle ittifak konusunda ısrarcı olmasının sebebi nedir sizce?       

Devam ettirmeyip de ne yapacak? Alternatifi ne? İttifak bir zorunluluk… 50+1 onun için hata olarak görülüyor. 50+1 AK Parti’yi mecburen mahkum ettiği bir zorunluluk o. İttifaksız tek başına yarın da bir fazlası oyunu alma şansı yok. Dolayısıyla ittifak yapmak zorunda. MHP ile bir yola çıktı, bu arada kendini diğer olası seçeneklerden olabildiğince uzaklaştırdı. Şimdi tekrardan o ilişkilere dönmek istiyor. Saadet Partisi’ni, İYİ Parti’yi Cumhur ittifakına çekerek MHP ile ittifakını büyütmek istiyor. Bunu bile başaramadığı ortada. Saadet Partisi’ni, İYİ Parti’yi bünyesine katamayan AK Parti başka neyi başarabilir ki, CHP ile HDP’yi çekecek hali yok. Dolayısıyla MHP ile ittifakı sürdürmekten başka seçeneği görünmüyor şuan.

Demirtaş’ın son zamanlardaki twitleri ‘Türk milliyetçilere oynuyor’ şeklinde eleştiriler almasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben öyle görmüyorum. Yani bir etnik kimliğin partisi olmaz, olmamalı anlamında söylüyorum. Şimdi HDP bir bölge partisi mi olacak yoksa Türkiye partisi mi olacak? Türkiye partisi olacaksa, Türkiye’nin genel sorunlarına diğer tüm partiler gibi yaklaşımları, çözüm önerileri olan herkese vaat edecek şeyleri olan bir parti olmak durumunda. Bütün kesimlere söyleyecek sözü olan demek istiyorum. Şimdi bütün kesimlere söyleyecek sözü olmak illa o siyasi çizgi ve anlayışla bağdaşmayacak bir anlayışa hoş görünmeye çalışmak anlamına gelmez. Ben ‘Selahattin Demirtaş’ın Türk milliyetçilere oynadığını, onların gözüne girmeye çalıştığı’ yaklaşımını biraz acımasız ve insafsız bir eleştiri olarak görüyorum. Çatışmadan sadece çatışmadan geçinenler barıştan korkar. O yüzden Demirtaş çatışmadan beslenmiyor. Normalleşme, helalleşme, barışma, makulleşme söylemleri, tutumları karşısında panikliyorlar.

Ali Babacan’ın Kürtçenin resmi ve eğitim dili olması yönündeki yaklaşımı ve Kürtlerle ilgili açıklamalarını nasıl görüyorsunuz?  

Babacanın bu yaklaşım ve söylemlerini cesur ve olumlu görüyorum.

Son günlerde Alevilerle ilgili bir sürecin yaşandığı söyleniyor. Geçmişte de böyle süreç yaşandı ama birden durdu. Alevilerle ilgili bir açılım olacağına inanıyor musunuz?

İnandırıcılık önemli bir sorun. AK Parti’nin artık en büyük sorunu inandırıcılık. Çünkü Alevi açılımını da yaptı denedi. Çözüm sürecini de denedi. Bu açılımların hepsinin bu süreçteki söylemlerin, yaklaşımların hepsinin tersini de AK Parti sergiledi. Mesela bir çözüm sürecini başlatırsınız sürecin başarıya ulaşması için size bağlı olmadığı için çünkü karşı taraflar da var. Başaramayabilirsiniz de. Fakat açılımlara kalkışırken kullandığınız söylem, gösterdiğiniz niyetle yaklaşımın sonuçlanmadıktan sonra tam aksi beyanlarla yine siz milletin karşısına çıkarsanız, sonra bir daha o açılıma el attığınızda artık inanan bulmaktan zorlanırsınız. Güven ve inandırıcılık önemli bir meseledir.